26 Aralık 2013 Perşembe

Beyaz

İki mumun yandığı karanlık bir oda...
Aydınlık, sadece mumların cılız ışıklarında görebildiklerimiz.
Hani görmesekte, hani beş duyumuz bunu algılamaktan fersahlarca uzak olsa da her yan beyaz.
Duvarlar, tavan ve yerler.
Ortada bir yatak; yatak beyaz ve çarşafta.
Üzerinde Sen ve Ben; dizlerimizin üzerine oturmuşuz ve yüzyüzeyiz...
O gece, o saat, o dakika ve o an, şehvani hiçbir şey yok dünyada.
Dünya tenden ve zevkten arınmış; dünya beyaz.
Nefes sesi var oda da, nefeslerin sesi. Gözlerim dikilmiş gözlerine. Konuşmuyor iki beden, konuşmuyor Kays ve Leyla. Kelimeler sanki yaratılmamış...
Parmaklarım gidiyor saçlarına. "Sen; ahh benim kaburga kemiğim, ahh benim sol yanımın boşluğu".
Sol elim çeneni kavrıyor hafifçe ve kaldırıyorum başını biraz.
Dudağının tam kenarına, evet tam kenarına konduruyorum dudağımı.
"Ab-ı Hayatım, hoşgeldin hanene".
Ve elin dokunuyor saçlarıma. Dudaklarından dökülüyor cümleler:
"Yüzyıl süren yanlızlığım, efendim, kölem. Hoşgeldim hanene"
Ve sarıp sarmalıyor birbirini, iki tenden arınmış ruh, iki Cennet sürgünü...
Hayat o anda başlıyor, hayat o anda bitiyor. 
İki ruh yanıyor, eriyor, kül oluyor.



6 Aralık 2013 Cuma

Masturbasyon

Ruhumu boşaltmaya ihtiyacım var bebek, bilmem anlatabiliyor muyum kendimi ?
Hayatım bir ileri bir geri giderken - ruhsal bir masturbasyon eşiğinde -, boşalamamakla yüzyüzeyim.
Ruhum sikimden oluk oluk akarken gülümsemeye, küçülmeye, yok olmaya ihtiyacım var.




Hayat=Yaşam+Ölüm

Mağaranın rutubet kokan havasını derin derin bir kez daha çekti içine yaşlı seyyah...
Gözüne ufacık gelen ışık huzmesine doğru ağır ağır attı adımlarını; 
ışık daha büyüdü, 
adımları daha büyüdü, 
seyyah daha büyüdü.
Işığın kaynağında artık mağaranın uçuruma açılan ucunda olduğunu anladı.
Biraz tütün sardı, dumanını çekti içine ve karşısındaki dümdüz ovaya baktı...
Arkasında kocaman bir karanlık, bir adım sonrası sessiz bir ölüm ve ölümden sonra dümdüz bir vadi.
Yere bağdaş kurdu ve gülümsedi...


25 Kasım 2013 Pazartesi

ve bir kadını terketmek...

Önce içine girmek; doldurmak boşluğunu, ıslaklığını kasıklarında hissetmek.
En derinine ilerlemek, erbezlerinde tenini hissedene kadar.
Sahibi olmak, hakimi olmak, efendisi olmak.
Kenetlenip kalmak öylece, en derinine ve dahi ruhuna dokunmak.
Ve sonra çıkmak aniden, teninden, sahiplikten ve dahi ruhundan.
Sonra kusmak tüm hayatını; ruhunu ağzından sıçana değin.
Sonrası mutlak boşluk, sonrası mutlak ölüm...

21 Kasım 2013 Perşembe

İsimsiz

Seni düşünmek...
Bıraktığım her şehrin ardından, fersah fersah büyüyen bir yalnızlıkta.
ve yüzümde beliren bir gülümsemeyle rüyalar alemine dalmak, bilmediğim bir coğrafyada.
Günbatımından gündoğumuna

11 Kasım 2013 Pazartesi

End of Days

ve birgün bebek artık hayattan zevk alamadığını anlarsın...

Bir kupa dolusu çayını sol yanına koyup yazmaya başlarsın, parmakların klavyenin tuşlarında ritmik sesler çıkartırken.
Günün güneşli ya da bulutlu olmasının artık bir anlamı yoktur. Hele ki geceler, lanet olasıcaları ne de çok severdim diye düşünürsün artık önem vermediğini hatırlayarak.
Yürümek sana bir keyif vermez olmuştur, oturmak, kalkmak, sövmek, kahve&sigara yapmak.
"Gay mi olsam lan acaba" diye bir soru işareti görürsün başının hemen üzerinde. Belki hayatı yaşamak için ekstra bir itiş(!) gücüne ihtiyacım vardır. Yok yok henüz bu kadar da değil.
Şimdilik mevsim geçişine veriyorum bu durumumu.

Not 1: Bende Özledim (Leyla&Mecnun ekibinin yeni dizisi) takip edin lan, olmuş, fena olmuş hemde.
Not 2: "Beni takip eder misin" diye abuk subuk mail atan ya da yorum yazan ergen tayfa: Kıçınızı kesmeden dağılın !

4 Kasım 2013 Pazartesi

Küba'da Bir Öğleden Sonrası

Küba da bir öğleden sonrası...
Terden sırılsıklam bir erkek teni ve altında çığlık çığlığa bir kadın; kadınlığı ıslak mı ıslak.
Kilise zangoçunun zamansız çaldığı çan sokakta yankılanırken, son demlerinde inleyen ucuz bir fahişe aldığı paranın hakkını verme çabasında.
....
Küba da bir öğleden sonrası ve saatler yalnızlar için masturbasyona vaktini gösteriyor.
Sıkı sarılmış bir puronun dumanını, kucağımda erkekliğimi hoşnut etmeye çalışan bir orospunun suratına üflerken, ben içimdeki tüm orospulara saygıyla karışık küfürler ediyorek gülümseyerek.
Nedenlerini ben bilmiyorum.
Niçinlerini ben bilmiyorum.
Başını ve sonunu bilmiyorum.
Bir yanımda günah meleklerim, diğer yanımda parasını ödediğim ucuz fahişe.
...
Kusmak istiyorum tüm zehirlerimi bir kadın bedenine,
Kusmak istiyorum tüm erkekliğimi bir kadının içine.
Bir kadın bedeni;  
Ve üzgünüm, o sen değilsin.
...
Kübada loş bir otel odası;
Vakit öğleden sonrası.
Kulağımda çan sesleri, kulağımda fahişemin inleme sesleri, kulağımda mutlak sessizliğin sesi.
Ter, döl ve zevksuları birbirine karışmış; hayatın başlangıcını arıyoruz.
...
Kübad da bir öğleden sonrası.
Loş bir oda; Ben, Fahişe ve Sensizlik...Çan sesleri eşliğinde birbirimizi kutsuyoruz şimdi.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Gel Otur Yanıbaşıma Sevgilim...

Gel, otur yanıbaşıma sevgilim; sana anlatacağım kucak dolusu masallarım var.
Ben erbezlerinden arınmış bir erkek ve sen bir avuç et parçasından sıyrılmış bir kadınken, ne masum, ne ihtirassız ve ne de yeni yetme iki sevgiliyiz.
Gel, otur yanıbaşıma sevgilim; seni anlatacağım ağız dolusu cümlelerim var.
Bir masaldasın ki Se'n, ne Leyla, ne Aslı ve ne de Şirin seninle kıyaslanmaya layık.
Ne sen yüzyıl uyuyan prenses ve ne de ben seni arayan prensim
Gel otur yanıbaşıma sevgilim; sana verebileceğim göğsümün sol yanında bir yerim var.
...ki ben sana ne dünyaları, ne dağları delmeyi vaadediyorum.
Sadece başını yaslayabileceğin sol omzumun çukuru ve kulağında kalp sesim.
...
Gel otur yanıbaşıma sevgilim; uğruna katlettiğim insanlar içimde.
...
Aşk -ki iki etin birbirine hasretiyse eğer- ben uğruna etinden, aşktan kendimi azad ediyorum.
Gel otur yanıbaşıma sevgilim,
Ait olduğun yere;
Başın sol omzumun çukurunda, tenin tenimin garantisinde... 


Özet

Ben hayatı özetlenmiş şekilde yaşamayı seviyorum bebek.
ve bundandır hayat benim için "Doğdum, yaşıyorum ve öleceğim"den ibaret.
Ama heyhat bebek, işte o özetin en can alıcı cümlesinde adın geçiyor.
Ki sebebidir senden vazgeçemeyişimin...




27 Ekim 2013 Pazar

Minyon Fahişe

Aklıma geldi yine ve kendimi bok gibi hissettim. Tıpkı o gün gibi...

Üniversite zamanı. Okuduğum üniversitenin(ki genelde tüm üniversitelerde yapılırdı bunlar) bahar şenlikleri. İkinci vizelerden sonra bir hafta - öğrenci deyimiyle - kafaların dağıtıldığı malum zaman dilimi. Birbirine birkaç metre arayla toplaşan güruhun farklı müzikler eşliğinde dans ettiği( ya da benim gibi özürlülerin dans etmeyi beceremediği) topluluklar var. Birkaç dakika dans etmeye çalışıp yaptıklarıma kendim bile gülerek kenara çekiliyorum başarısız denemelerimde. Ben ki abisinin düğününde halayı bozuyorsun diye halaydan şutlanmış bir adam...


Hey adamım ! Senin sorunun o lanet olasıca kıçınla bacaklarının birbirinde bağımsız hareket etmesi. Bilmem anlatabildim mi.

Bizde şenliklerin leprikonları olarak(bir küp altınımız yok bizim, işimiz gücümüz haylazlık) içine su doldurduğumuz prezervatifleri dans eden güruhun arasına atıyoruz. Meraklı gözler bu sulu hava taarruzunun nereden geldiğini ararken biz diğer hedefleri vurma çabası ile sortilere başlamış oluyoruz.


- Çılgın Köpek burası Elvan Dalton, hedef 8-1-6 ve 1200 feetde.
- Elvan Dalton hedefe kilitlen ve atış serbest. Ben kuyruğumdaki piçle it dalaşına giriyorum.  

Ama o gece bunlardan hiçbiri olmuyor...

Sevdiğim bir arkadaşım var "uzun bacak". Fesatlık yapmaya gerek yok, burada kastedilen şey adamın penis boyu değil -ki böyle olsa uzun bacak değil üç bacak derdim-. Adamın bacakları vücuduna göre gerçekten uzun. Hep bahsettiği ama bir türlü tanışamadığımız bir sevgilisi var. Ve o gece tanışıyoruz.
10-12 kişilik bir grup kampüste" balkon" diye tabir ettiğimiz bir bölümdeyiz. Uzun bacak(UB) ve sevgilisi minyon fahişe(MF) çıkageliyorlar. Her birimizle ayrı ayrı tanıştırıyor sevgilisini. Biralar içiliyor, muhabbet koyulaşıyor. Birkaç kişi geceye doğru ayrılıyor.
Ayağa kalkıp balkondan aşağıda çamlığa doğru ele ele giden bir iki çifti seyrediyorum.


Herkes prezervatifleri boşa harcamıyor bizim gibi...

UB sigara içerken yanıma geliyor ve hiçbir şey konuşmadan "seviyorum" diyor. Gerçekten seviyorum, okuldan sonra evlenmeyi düşünüyorum. Gülümseyip "senin adına sevindim dostum" diyorum. Yanımıza MF yaklaşıyor. UB'den bir sigara alıp içmeye başlıyor. Kafası çakırkeyf besbelli. Bir şarkı mırıldanıyor ve ara ara dönüp gülümsüyor. Art niyetsiz bir şekilde gülümsemelerine gülümsemeyle karşılık veriyorum. UB sigarasını bitirip grubun yanına dönüyor. MF sigarasını içiyor, son bir fırt çekip bana doğru dönüp üflüyor. Geri dönecekken yanıma yaklaşıyor ve "çok hoşsun" diyor gözlerime bakıp.
E bunda ne var ki. Bir insanın bir diğerine bu lafı söylemesinde art niyet aramıyorum, aramak istemiyorum.
Ancak yanıldığımı anlamam için çokta uzun vakit geçmesi gerekmiyor...


Hey adamım, ver bakalım bir alt dudak.

İki ya da üç gün sonra telefonuma bir mesaj geliyor MF'den, müsaitsem konuşmak istediği şeyler olduğunu yazıyor. Zırhımı kuşanıp kararlaştırdığımız yere doğru gidiyorum. Benden önce gelip oturduğunu görüyorum. Kahvesiyle birlikte sigara içiyor. Bir şey söylemeden karşısına oturuyorum. Ben "nasılsın"lar eşliğinde ısınma turları beklerken MF gözlerimin içine bakıyor, lafı dolandırmadan "Senden çok hoşlandım, canım seninle olmak istiyor" diye bir şeyler geveliyor.


Hey bebek, bir kadının beni yatağa atmasına alışkın değilim.

Olanca gücümle salvolarına karşı koyarken kendime şaşırıyorum. Karşımda olanca kadınlığıyla benimle olmak istediğini söyleyen bir kadın ve "Arkadaşımın aşkısın şarkısını söyler edasıyla onu iten ben. Salak mıyım ? Belki. Ama küçük, ıslak bir deliğin beni benden almasına izin verdim mi ? Hayır.
Ses tonlarımız biraz yükseliyor ve sonunda nadiren söyleyeceğim bir çift lafı suratına haykırıyorum: "Siktir git". 

Ne kadar vakit geçtiğini hatırlamıyorum. Yine kampüsteki bir etkinlikte görüyorum MF'yi, yanıma yaklaşıyor. "Yine mi ya" düşüncesi kafamdan geçmeye başlamışken kulağıma eğilip "Senin reddettiğini neyse ki reddetmeyenler oldu" diyor ve sırıtarak yanımdan uzaklaşıyor. Bu onu son görüşüm oluyor zaten.

Bir süre sonra UB'den MF ile ayrıldıkları haberini alıyorum. "Neden anlamıyorum" diyor, "Herşey o kadar güzeldi ki". "Boşver dostum" diyorum, "Belki böylesi daha güzeldir."



25 Ekim 2013 Cuma

Yansımalar - II

Batı Anadoluda küçük bir şehir; hava ayaza kesmiş.
Uzanıp giden ıslak parke taşlarında, ahmakıslatan altında yürüyen iki sevgiliydik seninle.
Elin buldu elimi, sıkıca; kenetlendi parmaklarımız. Üşümüştün Se'vgilim.
Yüzümü çevirdim sana, nedensizce gülüyordun gözlerim gözlerine değdiğinde. Belki de bu kendimizi söylediğimiz koca bir yalandı, biliyorduk ahmakça gülümsememizin nedenini ahmakıslatan altında ıslak iki aşıkken.
Ufak adımların benimkilere yetişemezken sanki seni peşim sıra sürükler gibi yürüyordum.
"Üşüyorum" dedin utangaç bir sesle. Kollarımla sardım seni, alnını öptüm.
Havanın soğuğu, insan tenini bir bıçak gibi kesip acı verirken acıya dayanmaktı erkekliğin şartı ve ben yanında daha bir erkek oluyordum.
Avucun avucumda daha da kaybolurken, ruhun daha da işliyordu bana.
ve ben sana bir kez daha aşık oluyordum.
...
Ahmakıslatan altında parke taşların üzerinde hayatımın sonsuz yolunda yürüyor gibiydim seninle.
ve o anda rengindi; turuncu.


24 Ekim 2013 Perşembe

Katil&Maktül

ve her katil cinayet mahalline son bir kez daha gelir...
Ama bu kez ellerinde kan izi olmadan ve cinayet aleti ücra bir köşeye fırlatılmıştır. 
Maktülün bedeni belki toprakla çoktan buluşmuştur. Katil son bir kez daha arar günahının sebebini, bulamaz.
Oysa ki kanın kırmızısı ellerine bulaşırken ruhu ne vahşi ve bedeni ne de tahrik olmuştur.
ve katil cinayet mahalline son bir kez daha bakar.
Eksik kalanı arar gözleri, somut birşey yoktur. Belki de eksik kalan tek şey ruhunda maktüle kalan son izleri silmektir ki cinayet tam anlamıyla bu izlerin silinmesiyle son bulacaktır.



ve her katil cinayet mahalline son bir kez daha gelir...
Maktülün aslında kendisi olduğunu farkeder, kendi ruhundan kendine dair herşeyi siler.
Ve ölür.


25 Eylül 2013 Çarşamba

Nereye Gidiyorsun

Tam da şiddetli geçen bir kışın ardından,
Tam da toprağın susuzlukta parça parça çatladığı bir kuraklıktan sonra geldin.
Tam zamanında, tam olması gerektiği gibi.
Kalbimin iklimi, beşinci mevsimim, neydi bu topraklardan göçmene sebep...
Şimdi gidiyorsun ya, peki git.
Defolup, siktir olup git.
Arkana da bakma öyle, umarsızca utanmadan git.
Sesini duymayayım, yüzünü görmeyeyim, varlığını bile unuttur ve git.


9 Eylül 2013 Pazartesi

Araf

Sevgilim;
Mutlak çaresizlik ve mutlak Sensizlik arasındayım,
Araf'tayım...

7 Eylül 2013 Cumartesi

Yansımalar - I

Karadeniz...
Usul usul bir yağmur yağıyordu.
Uzanıp giden ıslak kaldırım hayatımın en anlamlı yoluyken ne de ıssızdı.
Saçları omuzlarından aşağıda, ela gözlü ve boyu çokta uzun olmayan bir bedende yanımdaydın.
Ağaçların ıslak dallarına sokak lambalarında baktığımızda oluşan anaforları seyrediyorduk ve şaşırıyordun.
Üşüdüğünü söylüyordun ve ben erkekliğin ilk şartını yerine getiriyordum.
Sarıyordu kollarım tenini, gülümsüyorduk.
İnceden bir yağmurda, inceden bir şarkı mırıldanıyorduk seninle.
Nereden bilirdim yıllar öncesinde ruhunun başka bir tende yanımda olduğunu.
Ay ışığı denize yansıyordu ve o gece rengindi; Gri.




26 Ağustos 2013 Pazartesi

Hoşgeldin

Beyaz tenli bir kadın vücudunda vukuu buldu ruhun ve Kays'ın Leyla'ya  sevdası bu ruhu, bu teni anlatmaya eksik kaldı.
Ey sen !
Ey Tanrının ete ve kemiğe büründürdüğü kutsal ruh.
Ey kadın tenine aşık olmaya sebep.
Ey kokusuyla, gülen gözleriyle, gülümsemesiyle tarih kadar, Babil'in Asma Bahçeleri kadar mistik.
Tüm bu cümleler sana. Kimsin, nesin biliyorsun.
Karşında elleri kelepçeli bir fani. Sen Onun efendisi, sen Onun kölesi...






25 Ağustos 2013 Pazar

Yeteneklerim Var Benim

Yeteneklerim var benim;


  • Kollarımı iki yana açarak işerken, üstüme işememeyi başarabiliyorum.
  • Kendimle konuşarak günlerce yaşayabiliyorum(uz).
  • Çorbayı karıştırırken diğer elimde raketle pinpon topu sektirebiliyor, bu esnada tek ayağımı havaya kaldırıp dilimi burnuma değdirmeye çalışıyorum(Yok yok dilim o denli uzun değil, henüz değdirmeyi başaramadım).
  • Tavla oynarken bir anda gözlerimi kapatıp yoğunlaşırsam çift atabiliyorum.
  • Uykudan ani uyandırılıp konuşturulursam limitsiz saçmalayabiliyorum.
  • Sırılsıklam aşık olabiliyorum.
  • Kağıttan kurbağa, uçak, gemi vs yapabiliyorum.
  • Kelebek gibi uçup, arı gibi sokup, dönme dolaptan sonra kusabiliyorum.
  • Berbat resim çiziyorum.

Not: Dikkat ettim de yazmış ve taslak olarak bırakmışım.
Aklıma gelirse/geldikçe güncelleyeyim.


23 Ağustos 2013 Cuma

Bu Yazının Bir Başlığı Yok

90 ların başı...
birgün bir kadın çıkar ortaya
sanki o an gökyüzünden indirilmiştir 
öncesini bilen yoktur 
o güne kadar nerede saklanmıştır bilinmez...
kah mor, kah kızıla boyattığı kısacık saçlarıdır pek çok kişinin aklında kalan.
ama sesi...
şimdi mikrofonda Umay Umay


bir kadın
önce coca colanın reklam jingle'ında belirir sesi.
kimse bilmez bu afet-i devranı 
ve bir anda bir şarkı tutturur dilinde
onu kim kendine hapsetmiştir bilinmez.
ama o bizi kendine hapsetmeyi başarır.
ve birgün ansızın, geldiği gibi gider;
kimbilir belkide hapsolduğu bedenin ardından
...
Kadın adamın avuç içini, adam kadının avuç içini öper karşılıklı, ki bu yüzden bir kadının avuç içlerini öpmek hep aşkın en masum yanlarından gelmiştir bana.


hep garip gelmiştir bana O.
sanki düz bir yolda şarkısını dudak ucuyla fısıldayarak yürüyüp gitmiştir aramızdan.
sanki şarkılarını duysak utanacak, yüzü kızaracaktır.
tok sesi büyülemiştir hep beni
ah; yolun açık ola...


bir gün çalındı tınısı kulağıma,
kimdi, neydi bilmiyordum.
defalarca dinledim ve bir gün ansızın çıktı karşıma 
bir tenden bu sesin çıkması mıydı beni kendine hayran bırakan bilmiyorum.
ama şarkısı şarap gibi yıllandıkça güzelleşti
kabul buyurunuz efendim


Sima;
bir şarkı söyledin
belki ilk aşık olmaya başladığım yıllardı
aşk; üç harf ve birkaç adem kızı
canımı yakıyordu söylediğin şarkı.
belki sen masumdun ama her bir aşk izini bırakıp geçiyordu işte
ve geriye sadece senden şu sözler kalıyordu... 



bu tene, bu ruha güzel kadınlarda geldi...
ama hiçbiri çok kalmadan gittiler
hiçbir gidene "kal" diyememek belki beceriksizlikti
"unuttum" demek kendime söylediğim en büyük yalandı 
arkalarından söylediğim tek bir şarkı,
tıpkı O'na söylediğim gibi 



yayınımız burada sona eriyor sayın dinleyici
belki bir daha hiç başlamayacak, bilmiyorum
hoşçakalın... 



16 Ağustos 2013 Cuma

Freddy Krueger

Hani herkesin bir kahramanı vardır ya...
Kiminin babası, abisi, sevgilisi, bazıları için He-man, voltran ya da pikaçu. Benim için Freddy abi öyleydi işte. Kahramanımdı. Herkes onu uykuların kötü adamı olarak bilirdi ama durum bence hiç ama hiç öyle değildi.


Şu güzelliğe, şu yüzdeki pür-ul paklığa bakınız.

Bilenler bilir, bilmeyenler için kısaca hatırlatayım:

"Freddy abi 20 kadar çocuğu öldürür. Mahkeme delil yetersizliğinden abimizi serbest bırakır. Bu karara öfkelenen güruh abimizi kendine ait kazan dairesinde yakarlar. Freddy abi ise tekrar canlanır ve "öyle g*te böyle ..." felsefesi ile kesim biçim işlerine tekrar başlar."

Tüm bunlar onun kötü addedilmesini geçerli kılar mı peki ? Tabii ki hayır. Bakınız şimdi:


  • Aksi delillerce ispat  edilene kadar her insan suçsuzdur, ki mahkeme abimizin beraatine karar vermiştir.
  • Velev ki(RTE, RTE duy sesimi) bu çocukları öldürdüğünü varsayalım. Belki bu çocuklar ileride vatana millete hayırsız evlat olacaklardı. Belki içlerinden tecavüzcü, sapık ya da milletvekili çıkacaktı. Görün işte Freddy abinin ne yüce bir şahsiyet, ne ileri görüşlü bir insan olduğunu.
  • Hadi her konuda diğer insanlar haklıydı da Freddy abi suçluydu. E onu canlı canlı yakmak insanlığa sığar mıydı. Onu yüklediğiniz suçun aynısını yapmak sizi de birer "cani" yapmaz mıydı ? Of be, çok duygulandım lan.
Freddy abi tam bir doğaseverdir mesela. Elinde çelik bıçakları vardır, öyle plastikle falan işi olmaz. Hijyeniktir, bıçaklarını duvarda ateşler çıkartarak biler.




Hani filmin serisini bizim yönetmenler çekecek olsa kurbanlarını İslami usüllere göre kesecek kadar da bizden biridir. (Neyse ki Hollywood işin bokunu burada çıkarmamıştır. Tebrik koyarız kendilerine)

O her sahnede göründüğünde alkışlar ve ıslıklar eşliğinde tezahüratlarıma başlarım. Freddy abi candır, bizdendir. Rüyaların çirkin çocuğu, haylaz cinidir. Bir nesli altına sıçtırmış, uykuya dalarken "ulen acaba mı" sorularına gark etmiştir. Hani sevmesenizde korkudan dolayı saygı duyarsınız. Ama korkmayın onun sizinle bir alıp veremediği yoktur. Nancy isimli kaltağa takmıştır kafayı.
ve dünyada Nancy'ler oldukça abimizde hep rüyalarımızın kıyısında gezecektir.

Seviyorum üstadım, kahramanım.
Saygılar, hürmetler.



15 Ağustos 2013 Perşembe

Bitti

(Neden yaptım bilmiyorum, bu cümleyi kurduğumda bile yalan söylüyorum)

Bitti...
(Birgün daha)
Ne olduğunu bilmediğim...
Niyesini, nedenlerini
Hani o sevdiğim müziği dinlerken bakıyorum gözlerine.
Ağlasam biraz, hıçkıra hıçkıra, bağıra çağıra.
Seni seviyorum desem ara ara.
Eimi ayağıma dolaştıran hatun;
Yüzünü benden çevirme, emi ?
Bu gece tutuldum biraz, biraz kötü oldum.
Soru sorma, biliyorsun.
Ama daha iyi olacağım, emin ol. Sadece bildiklerimi gördü gözüm.
Biraz kalbim acıyor şu an, sevdadandır diyorum, Se'ndendir diyorum.
Gözlerinden,
Dudaklarından öpüyorum.
Canımın yarısı, canımın içi, can yarim.
Sevdiğim, sevgilim.
Kadınım, kısrağım, karım.
Aşığım sana.
...
İçmeden sarhoş dedikleri tam da böyle olsa gerek.
Kafam güzel, birazda gözlerim uykulu.
Sana bir tam gün hasret kalacağım, nasıl geçer ki bu azap ?
Affet beni Tanrım, suretini bir bedene yakıştırdığım için...



10 Ağustos 2013 Cumartesi

Se'n Tam Bir Yaşındasın...

"İçsesini çok beğendim"

O gün doğanlar bugün 1 yaşındalar.
Hiç gitmedin benden, nefret ettiğimde, unutmak için kendime yeminler ettiğimde bile.
Şimdi hayatıma girişinin ilk yılı ya Se'nin;
Nice yıllara...

4 Ağustos 2013 Pazar

Arçibıl'la Sohbetler Serisi - Vol VI

Gel otur yanıbaşıma dostum, bu gece sadece ben konuşacağım.
Hani o hayatımda hatırladığım ilk fotoğraf karesi var ya, hani o İstanbuldaki badem ağacı...Sanki o resimle başlıyor tüm hayat. Başladıkça büyüyorum, büyüdükçe kirleniyorum, kirlendikçe boğuluyorum.
Ölüm birden değil, ağır ağır geliyor Arçibıl.
İçimden atmaya çalıştığım, içimden atamadığım "keşke"lerimle sarılıyor dört bir yanım; dört bir yanım kocaman bataklık. Adım atmaya korkuyorum. Biliyorum ki attığım ilk adımda boğulacağım. Ve yine biliyorum ki durduğum yerden ölümü seyretmek beni daha da öldürüyor.
Bu gecenin kaçıncı sigarası bu, bilmiyorum. Sanırım gırtlağımı "sikmek" derin bir haz veriyor şimdilerde.
Ağız dolusu ağlamak istiyorum, ağız dolusu kusmak, ağız dolusu "siktir"ler çekmek.
Kim olduğumu, ne olduğumu hatırlamaya çalışıyorum bazen. Filmi geri alıyorum ve başlangıç o badem ağacı. Sonunu görmeyi beceremediğim kabuslar her seferinde.

"Sigaranın dumanı gene büklüm büklüm kıvrıldı aziz dostum"

Kaçıp gidesim var artık bu hayattan, bu hayat birkaç ademoğlu ve bir badem ağacı. Kendime yukarlardan bakasım var, kendime gülesim, kendime küfredesim ve en çokta ağlayasım. Dünyaya bakıyorum gökten; başım dönüyor. Dünyanın içinde duruyorum, olduğum yerde kalıyorum, gözlerimi kapatıyorum; başım dönüyor.
"Gitme oğlum, kal olduğun yerde" diyorum kendime, kendim dediğim birkaç milyar hücre ve aciz bir ruh.
Ölüyorum lan, "çek çıkar" beni diyesim varken sana biliyorum ki seni de yavaş yavaş öldürüyorum her kelimemle.

"Affet beni aziz dostum"

Etrafımda ölü bedenlerin özgür ruhları dolaşıyor, "Hadi" diyorlar, "Hadi ait olduğun yer burası". Ellerimi uzattığımda tek hissettiğim mutlak soğuk ve bu histen nefret ediyorum.
Yalvarıyorum lan sana, çek çıkar beni. Artık ayakta duracak gücüm kalmadı.

"Ölüm bizi ayırana dek aziz dostum, benimle kal. Korkuyorum."

31 Temmuz 2013 Çarşamba

O...

"+Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla !
  -Bedeninin fiyatı nedir peki ?
  +Seansım bıdı bıdı lira"

Bir şarkı vardı sözlerinin sadece şu kısmını hatırladığım:
"Long long time ago, i can still remember".

Uzun uzuuuuun zaman önce, İç Anadolunun bir şehrinde yaşandı tüm bunlar.

İşlettiğimiz ufak bir büfe vardı ve az ilerisinde de öğrenci yurdu. Üniversiteye yeni başladığım yıldı sanırım; emin değilim ama ya gidecektim yada ilk yılı bitirmiş ve yaz tatilinin son günlerini yaşıyordum.
Yakıcı bir öğleden sonraydı, bir anda kasırgalar kopmaya başladı büfenin önündeki kaldırımda. Ortalık toz duman ve güpegündüz şimşekler çaktı bir an. Ve hayat bir film şeridi gibiyse, filmin tam o anında kameranın görüş açısına girdi "O".

"Salına salına sinsice, girdin kanıma gizlice bebeğim..."

Esmer teni, simsiyah dalgalı saçları, kırmızı rujlu ve abartı olmayan dudakları, simsiyah kocaman gözleri ve hafif balıketli vücuduyla kitlendim kaldım ve bu durumu çözebilecek hiçbir çilingir tanımıyordum. Sadece bakıyordum az ötemden geçmekte olan afet-ü devrana. Sonra bir sesle irkildim:"Bir kısa Maltepe alabilir miyim hocam ?"

"Sigara sağlığa zararlıdır bayım, ben size üçlü sarma tavsiye ederim. Hem kafası da iyidir."

Gönülsüzce gelen müşterinin talebi karşılandı ama hatun kişisi de çoktan gözden kaybolmuştu.
Sonraki günler benzer halde geçmeye başladı, kız görünür hale gelince dünya görünmez oluyordu benim için, yer yarılıyor herşey birbirine giriyordu; gökten sanki kasalar dolusu elma düşüyor ve fakat heyhat hiçbiri bana isabet etmiyordu.
Ara ara gelip bilet, sigara vs. alıyor ve esnaf-müşteri sohbetinden fazlası olmuyordu aramızda; olamıyordu belki de. Her gördüğümde ani kekemelik ve geçici "serebral vajinismus" geçiriyordum.

"Bu böyle devam etmez dostum, kıza açılmalıyız"

Kendi kendime söylendiğim bir gündü yine. Esas kız yolun başında göründüğünde iki tokat patlattım kendime: "Hadi Rocky dedim, bu sefer olacak".
Neticeyi aldımda; kızın büfeye uğraması, bilet isterken gözümün içine bakması neticesinde dudaklarımdan hala anlamlandıramadığım şu cümleler döküldü "Eeee, şey. Senle ben, yani işte biz. Buluşsak ya bir yerlerde".
Tamam kabul ediyorum tarihin en mükemmel çıkma teklifi değildi, hatta iyi bile değildi, hatta teklif bile değildi. Peki neydi bu ya. Neyse fazla takılmayalım.
Kızın o masumane gülümsemesi ve yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin üstünden bakıp gülümsemesini hatırlıyorum.
"Peki dedi, bu akşam saat 6'da X marketin kafeteryasında bekle"

"Rimbambom çok şükür dostlar, benimde artık bir sevgilim var."

O gün bitmek bilmedi sanki, dakikalar geçmedi, saatler dolmadı...

Saat 18:00

Kalbimde enteresan bir çarpma vardı, ritim bozukluğumu dersiniz, heyecan mı dersiniz, şapşallık mı bilemem. Dakikalar geçiyor heyhat esmer afetimiz görünmüyordu. 
O bir saat nasıl geçti bilemedim. Yoktu, olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte.
"Ekildik oğlum" dedim kendi kendime. Yürüme mesafesindeki arkadaşlarımın evine yürürken üstüne üstlük bir de yağmur başladı. Önce ahmakıslatan başlayıp birden sağanağa çevirdi yağmur. "Ahmakıslatan altında bir ahmak" olmaktan öte sırılsıklamdan öte bir hale gelmiştim. 

"Hey adamım ! Külotundan su damlıyor."

Saat 19:05

İki çift göz ve ağızdolusu kahkahalarla karşılandım kapı açılınca.

+ Olum ne bu hal, yağmur mu başladı yoksa ?
-  Ekildik abi, sanırım.

Kısa bir durum kritiği yapılınca kızın saat 6 dememiş olabileceğine karar verildi. "Hasta mısın sen o 7 yada 8 demiştir sana" nidaları eşliğinde o yolu ve yağmuru tekrar çektim. Sırılsıklam bir şekilde kafeteryada geçen bir yarım saatin eşliğinde arkadaşların yanına umutsuz yolculuğum bu kez yağmursuz oldu.

"Ey ulu Poseidon, seninle hesabımız daha bitmedi"

Saat 21:00

Sıcak bir kupa çay, değişen üstbaş ve kahkahalar eşliğinde "Evet abi ekildik işte" diye hayıflanmalar.

Şimdi burada bitti desem sanki birşeyler eksik kalacak. Bitmedi tabii ki...
Tam bir dönem sonra ara tatil için yine ailemin yanındayım ve büfedeyim. Ufaktan bir rüzgar esiyor ya, bunu iç anadolunun kışına veriyorum. Ama hayır ya ! Olamaz. İşte tam karşımda, ve yanında sevgilisi. Kaldırımda yürürken bana doğru dönüp ufak bir gülücükle birlikte tek gözünü kırpıyor ve sevgilisine daha bir sarılıp yoluna devam ediyor.
Ve dilimden tek bir kelime dökülüyor o anda "Orospu"





25 Temmuz 2013 Perşembe

Arçibıl'la Sohbetler Serisi - Vol V- İyi ki Doğdun Kerata

Arçibıııııııııııııııııııl.
Arçibıl: Sabah sabah biraz müsaade etseydin de uyusaydık be abicim.
Kalk hadi kalk manyak seni.
Arçibıl: Yine ne oldu ki.
Olum hatırla bugün günlerden ne ?
Arçibıl: Ne ?
İyi ki doğdun len, iyi ki içsesimsin, iyi ki n dar zamanda dertleşebildiğim yanımsın.
Arçibıl: Abim, abiciiiim, ben unuttum valla, duygulandım be, iyi mi.
:) Hadi hemen duygusal moda geçmeyelim. Kerata seni, seviyorum seni narsist hergele.
Arçibıl: Bende seni abicim bende seni.
Al o zaman, kabul buyur.


Arçibıl: (Şizofren manyak !). Seviyorum be abicim seni.

19 Temmuz 2013 Cuma

Küçük Kedim...

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Bembeyaz bir yatakta koynuma girmeyi ne de çok seversin sen. Kokumu takiple başlayan serüvenin  kollarımın arasında himayeme gelinceye kadar ne de uzun ne de yorucudur. Ki bundandır başını omzuma koyar koymaz uyku mırıldanmaların.

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Okşanmayı ne de çok seversin sen. Hatların keşfedilsin istersin, belin, omzun ve elmacık kemiklerin. Yatağa yüzüstü uzanman seni keşfetmeme izindir belki de, ki bundan ötürü gözlerini gülerek kocaman açıp beklersin her yüzüstü uzanışında.

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Ne çok dişisin sen. Kadınlığını her okşadığımda ne de güzel titrersin. Gözlerin kapanır, yüzün güler. "Bakma dersin böyleyken bana, bakma komik göründüğümün farkındayım". Oysa yüzün ne güzel, yüzün ne kadın, yüzün ne dişi, yüzün ne kısraktır bir bilsen. Elime bulaşan suyunu tatmamı büyülenmiş gibi seyredersin de bilirsin, aslında suyunu senin parmaklarından tatmayı sevdiğimi. Tırnakların çıkar yuvalarından; sırtıma, etime geçirirsin. Kanımın süzülmesi ne de lezzetlidir bir bilsen; lezzetli, tıpkı suyun gibi...Göğsün inip kalkar, göğsün şişer, nefeslerin sık ve ağzında ayıp kelimeler. Elim teninde, elim kuytunda, gizlinde, elim hafif tüylü kadınlığında dolaşırken ne de masumsundur; aklımda tek soru:"Şeytan bunun neresinde ?" Hani hiçbir kedi ehlileşmez ya, hani hep biraz vahşidir hepsi; senin de en vahşi anındır etinin en ateş aldığı zaman. İnlersin, titrersin ve etim ve ellerim tırnak içinde. Küçük kedim şimdi biraz ıslak, küçük kedim şimdi kadın..

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Ne de ıslaksın sen.


Seninle sevişmek birazda masal tadında olsa gerek...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Beach Party

...
Hayatımda gittiğim ilk Beach Party idi.
Hayatımda gittiğim en kötü Beach Party idi.
Hayatımda gittiğim en kötü ilk Beach Party idi.
...
Info:

Bir iş sebebi ile 3 Fransızla birlikte yaklaşık 20 gün geçirdim. Günde 6 saat ufacık bir uçakta 3 Fransız ve ben. Evet kendimi Temel gibi hissetmiş olabilirim.
Sabahın beşinde kalkmaktan daha kötüsü günün kalan kısmında üçünün kendi aralarında konuşmaları ve birinin size dönüp ingilizce olarak biz bunları konuşuyoruz "bıdı bıdı bıdı" diyerek konuyu 30 saniyede özet geçmesiydi sanırım.
Nev-i şahsına münhasır üç kişi; birincisi Frank Ribery'nin(Galatasaraylı olanlar sövgü dolu sözlerle hatırlayacaklardır) yüzünde yaralı olmayan hali (ki ben ondan kısaca Ribery diye bahsedeceğim), diğeri grubun bol kaslı hayvanı(öyle böyle değil be, herifin neredeyse göz kapakları bile üçgendi) Mr.J. ve diğeri grubun şamar oğlanı Mr.K(hani şamarı mecazi anlamda kullanmıyorum, 20 gün içinde defalarca ensesine yemediği tokat türü kalmadı).

Olay Öncesi :

Sanırım 3 yada 4 . gün J ve K pür neşe içinde gelip yarım yamalak birşeyler anlatmaya kalkıştılar. Sözlerinden anladığım tek şey "Beach Party" idi. Velhasıl resepsiyona danışmalar, parti için davetiye mektubu almalar vs vs vs.
Büyük gün geldi çattı efendim. Ancak grupta öyle bir beklenti oluşmuş durumda ki. Kumsala gideceğiz ve bizim alana girmemizle birlikte köpükler boca edilirken kızlar kucağımıza atlayacaklar. Acaba hangisi diye etrafa bakınacağım ve kalçası cazip olan ilk kızı kendime doğru çekeceğim.
Diğerlerinin benden aşağı kalır yanı yok, özellikle J'nin ağzından köpükler saçılarak "Russian Girls" çığlıkları atıyor. Parti saati geliyor, alana bizi ve oteldeki diğer katılımcı güruhu götürecek araç geliyor. Araca biner binmez "Hassiktiiiiiir" lafının ağzımdan çıkmasına engel olamıyorum, araç silme erkekle dolu. Gece çetin geçeceğe benziyor, rakiplerime şöyle bir göz gezdiriyorum evet evet gece çetin geçecek. Tam o esnada ön koltukta oturan yeşil gözlü cıvıra gözüm ilişiyor, işte bu derken cıvır şoföre doğru sesleniyor "Rüğsstem abiii, giderken beni evin oraya bırakabilir misin".

"Gitme sana muhtacım
Gözümde nursun başımda tacım muhtacım"

Kız gidiyor zamanı gelince, neyse diyorum Rocky, acı yok.

Olay Mahalli :

Bizi gayet şuh giyimli kızlar karşılıyor ellerinde likörlerle, birkaç likörün ardından kendimize bir masa bulup etrafına konuşlanıyoruz. Hadi ama neredeymiş bu partinin kızları diye bekleye duralım olay mahalline aile akını var. Ribery'e dönüp hani bu Beach Party idi, baksana bildiğin Family Party oldu diyorum. Bol "Fuck"lı bir cümle kuruyor, gülüşüyoruz. Organizatörler sağolsun, gelecek güruhun profilini bildiklerinden araya birkaç güzel giyimli ve kostümlü cıvır gönderiyorlar. Cıvırları kolundan tutanlar fotoğraf çekilme yarışına giriyorlar, sonra bakıyoruz ki bu partiden iş çıkmaz hepimiz bir anda cıvırlara saldırıyoruz, kızların kostüm parçaları havalarda uçuşuyor yere yatırılan her cıvırın başında çıplak onlarca adam sıranın kendisine gelmesini bekliyor.
O anda kurduğum hayalden gerçeğe hızlı bir dönüş yapıyorum, millet fotoğraf çekilme yarışında hala.
Neden sonra "O" alanda gezmeye başlıyor. Biz Ona kısaca "Afrodit" diyoruz. yanında geçenin dudaklarda gülümseme ve suratında ablak bir ifade kalıyor. Siyah elbisesi, sapsarı saçları, uzun ve ince fiziğiyle sanki bir peri dolaşıyor aramızda ve elindeki sopasından yayılan peri tozuyla hepimiz birer idiyot haline dönüşüyoruz.
Bir anda DJ'in sesi yankılanıyor. 
-Hellooooooo.
-Welcome to our Beach Partyyyyyyy.
-Come onnnn.
-Would you hands up !

Arka masadan yükselen "Sokayım sizin partinize" narasını atan abimize bakıyorum, lafı ağzımdan aldın bakışı ile gülüyoruz.
Sahnede farklı show vs varken bir anda barlarda içki servisleri başlıyor.
"Hayatımda denemediğim birşey hazırla" diyorum barmene. Birkaç şişeyi açıp shaker'e döküp karıştırıyor ve kadehe döküyor. Mavi renkli enteresan bir şey "Bunun adı ne" diyorum, "Valla bilmiyorum abi, öyle karıştırdım ama yavaş iç" diyor. 
J ve K'yi gözüm arıyor nedensizce, sahneye yakın bir yerde salsa yapan kızların kıçlarını seyrediyorlar. Ribery 50'li yaşlarda bir adamla Fransızca birşeyler konuşuyor.

"Hadi ama Afrodit nerelerdesin"

Gözlerim Afroditi arıyor ama yok, içkiden hızlı ve büyük yudumlar alıyorum; gerçekten sert. İçiyor ve bir yandan da adımlıyorum. Kadeh bittiğinde burnumdan çıkan keskin alkol kokusunu hissedebiliyorum. Tekrar bara gidiyorum, aynısından bir tane daha istiyorum. Barmen bakıp pis pis gülümsüyor.

"Hey dostum, sorunun nedir senin ha ! Kafanın o koca kıçından büyük olması mı ?" repliği geçiyor aklımdan.
Aldığım kadehi ufak ufak yudumlarken sahneye yaklaşıyorum. Brezilyalı bir dans grubu sahnede. Kadınların kıçını seyreden abaza güruha katılıyorum.
J yanıbaşımda bitiyor; "Heeey" diye kükrüyor. "Kes sesini ve eğlenmene bak piç" diyorum Türkçe olarak, gülümsüyor.

"Biz buralarda zencilerden ve kaslı Fransızlardan hoşlanmayız dostum"

İkinci kadeh bittiğinde K. diğer yanımda beliriyor elinde biralarla. Kadeh sesleri müziğe karışıyor. o esnada Ribery görünüyor uzaktan, hızlı adımlarla yaklaşıyor. Biz birşey sormadan konuşmaya başlıyor(Haliyle önce Fransızca anlatıyor ve bana dönüp aynılarını bir kezde İngilizce olarak tekrarlıyor): "Orospu çocuğu bana yarım saattir ekonominin nasıl düzeleceğini anlatıyor."
İşte o anda kafam dank ediyor, "Ne içirdiniz laaaan bana" diye bağırıyorum ama müziğin gürültüsünden sadece kendim duyuyorum, sanırım.
Kaç bira daha içiyoruz hatırlamıyorum, bir anda ortalık ışıl ışıl oluyor. Hayır havai fişekler atılalı uzun süre önceydi. Bu, bu Afrodit.
Birkaç metre önümde müziğe ayak uydurmuş dans ediyor. Yanına sokuluyorum gözlerimiz kenetleniyor. O anda dünya duruyor, müzik, insanlar, zaman herşey ama herşey. Sadece Afrodit ve ben. Dudaklarımız yaklaşıyor burnundan yayılan sıcak nefesi dalga dalga yüzümde hissederken alt dudağını sertçe yakalıyorum.
Diğer birkaç animatör kızda Afroditin yanına geliyolar ve dans etmeye başlıyorlar. Bacaklarına bakıyorum Afroditin; "Aman Allahım onlar nasıl kaslı bacaklar, nasıl kalın bilekler, sanırsın ki Roberto Carlos"
Şaşı yaptığım gözlerimi tekrar eski haline getiriyorum, Ribery yanıma yaklaşıyor "Şahane bir kıçı var" diyor. "Bu gece gördüklerimden en iyisi" deyip onaylıyorum.

Sonrası:

Ribery&J&K: 20 gün nasıl bitti birde bana sorun, daha anlatacaklarım var.
Barmen: Son gördüğümde havaya attığı şişe kadehlerin üzerine düştü.
Arka Masadaki Türk: Biz döndüğümüzde yoktular(ailecek). Sanırım çocukların uykusu geldi ve erkenden çıktılar.
Ekonomi Konuşan Fransız: Bir daha görmedik, görmekte istemedik, görsekte görmemezden gelecektik.
Servis Aracındaki Kız: Otelde birkaç kez daha gördüm hepsi bu.
Animatör Cıvırlar: Bir daha görmedim, görsemde yüzlerinde maske olduğundan tanıyamazdım.
Afrodit: Sen zaten Tanrıçaydın, asla gerçekte var olmadın ki.


28 Haziran 2013 Cuma

Güzel Kıçlı Kadınlar Sevdim

Güzel kıçlı kadınlar sevdim, her biri seni hatırlattı. Sigara içmeyi, Niran Ünsal`ı, İstanbulu... Oysa bilirdim tüm saydıklarımı senden öncede.
Rakı içmeyi öncesinde de severdim ama her bir kadeh seni hatırlatır olduğundan beri daha bir "senin şerefine" yudumlar oldum.

"Sen bana geç, ben sana eksiktim biraz"

Mum ışığından nefret eder oldum, şiir okumaktan soğudum; oysa Nazım ne de güzel yazmıştı senin için "Hoşgeldin Kadınım'ı".
Sayende seni sever oldum, kul oldum, köle oldum, erkek oldum. 
Seni küçük otel odalarında düşler oldum geceleri, yalanlar söyledim unuttum diye gündüzleri.
"Ömrüm" deyişini özler oldum.
Sen artık bilmiyor olsan da sana sırılsıklam aşık oldum bu gece yine, niye'si, sebebi bende saklı...

"Gel otur yanıbaşıma kadınım; otur ki dermanın olayım".

10 Haziran 2013 Pazartesi

Nerden Başlasam, Neyi Anlatsam-2: Return of the Mosquito

"...hani bu sivrisinekler alkol alan bedene yaklaşmazdı ?"

Sahne 1:

Yatakta tek başına yatmış bir adam, oda karanlık, kamera dar açı ile aniden karanlık odaya girer(gece çekim modunda) sağ yanına yatan adamın açıkta kalan sol omzuna zoom yapar ve bir çift minik göz.

Sahne 2:(Flashback mode on)

Sivrisinek yumurtadan o ilk çıktığı zamanları hatırlar. Ne de zor günler geçirmiştir, annesiz babasız. Onlarca kardeşle bir arada ufak bir su birikintisinde geçmiştir larvalığı. Ve olgunluğa attığı ilk adımları, özgürlüğe ilk uçuşu, ilk kan emişi, konduğu bir bedende fark edilip atılan tokattan ilk kaçışı, kirişi ilk kırışı.

* Sahne siyah beyaz çekilip Tarantino filmi havası verilebilir.(Bknz: Kill Bill Vol:I-II)

Sahne 3:(Şimdiki Zaman - Sahne termal kamera görüntüleriyle desteklenir)

Sivrisineğin fütursuzca kanı çekmesi izleyiciye pompalanırken yataktaki adamın hafif sol yanına dönme hareketi izleyiciye fark ettirilir(Senaryonun yerine oturması için bu elzemdir zira).
Termal kamera görüntüleri tam bu anda ekrana yansır; önce dar açıyla sol koldan sivrisineğin vücuduna sıcak sıvı akışı görünür, sonra açı genişler ve adamın burun hizasında sıcaklık artışı ile nefes alışverişin arttığı teması işlenir, "uyuyan canavarın uyanışı mesajı verilmektedir".
Sağ kolun ufak hareketlenmesi ekrana yansımaya başladığı anda, gece görüşüne sahip kameranın görüntüleri ekrana yansır, adamın gözlerinin ani açılışı, sivrisinekle göz göze gelme anı ve "huleeeeeyyyn" nidası eşliğinde sağ kolun havada yaptığı kavisle sahne son bulur.

Sahne 4:(Final Part)

Odanın ışıkları açık, kamera adamın burun deliklerine zoom yapmış ve hızlı nefes alışverişe odaklı. Sonra kamera yavaş yavaş geniş açıya geçer, adam yatakta yarı doğrulmuştur. Adamın meraklı gözleri az önce sağ elinin sol koluna yapıştığı noktaya dikkat kesilidir.
Sağ el yavaş yavaş kaldırılır ve kırmızı...
Tam burada Meiki Koji ablamız Flowers of Carnage'yi patlatır.(Ne var yani Tarantinoyla aynı şeyi beğenemez miyiz :)   )




Ve adam vücudunu yatağa bir anda bırakır, kolları yanlara açıkken mırıldanmaktadır: Ne emmiş be namussuz"