4 Aralık 2014 Perşembe

Durum Analizi

İnfo

Diğer hikayelerden pek de farklı değil benim blogger hikayemde.
Önce "Adsız" olarak takip ettiğin bloglara yorum atılır. Sonra bu işin keyif vermeye başladığı görülüp bir de kimlik edinilir. Ve bir bakmışsın ki, bingooooo.
Artık senin de yazmaya başladığın bir bloğun olmuş.
Kendi içinde belki belli kuralları vardır ama açıkçası burası benim özel mülküm olduğuna göre kuralları sikime sallamam, kuralları ben koyarım.



Bu kasabanın şerifi benim !
Takip edeni ille de takip etmem, takip ettiklerim de ister etsin ister etmesin.
Yazdıklarıma tek bir yorum gelmese ne olur ? Farketmem bile.
Konuyu uzatmak derdinde değilim. Burası benim, içsesimin.
Kendimle hesaplaşma, küfretme, kudurma vs alanım.

Bölüm 1: Hay Ebenin Bale Pabucu

Aslında yaptığım ya da yapmayı düşündüğüm bir şey değildi.

Yazılan bir post'a yorum yapılır ya da yapılmaz.
Amaaaa....

Her sabahkinden daha farklı değildi bu sabah da.
Bir dilim kızarmış ekmekten kopardığım ufak bir parçaya bıçakla sürdüm balı. Dişlerimle kızarmış ekmeğin ısırırken çıtırtıların rahatlıkla duyulabileceği kadar sessizdi oda. Ve balın ufak bir damlası dudağımın kenarından süzüldü. Biraz daha aşağı, biraz daha aşağı .
Önemsemedim.
Dilini hissettim ilkin. Boynumun omuzlarıma doğru uzanan kavisinden başladı yalamaya. Dilini genişletmiş, olabildiğince çok hücreye keyif katmanın derdindeydi.
Sahibine sadık bir köpek gibi yapıyordu üstelik. Yukarı çıktı, biraz daha yukarı. Dili, balın aktığı kısma geldi, sonra balın yolunu izleyerek çeneme ve dudaklarıma.
Bir ayağını üzerimden diğer tarafa atıp kucağıma oturdu, dudaklarımı yaladı ve ani bir hareketle kulak mememe geçip emmeye başladı.
Elimde yarısı ısırılmış, kızarmış ekmeğin o ufak parçasından bal yere damlıyordu. Fakat !
"Hassiktiiiiir" dedim.
"Bal bu kadar akıcı mı olur amk." Bal bildiğin sahteydi. Ve o anda alarm beni kendime getirdi.
Rüyaymış(Küfür etmek yok Rocky).
...
Ofiste bilgisayarı açmış, kocaman bir kupadan çayımı yudumluyordum.
Bizimki dürtmeye başladı.

Arçibıl: Abicim şu bloğa bir baksana.

Dinledim ipnetoru.

"Denetlenmeyi bekleyen iki yorum var" ibaresi çarptı gözüme, sonra da yorumlar.
Abi döktürmüş, kabul buyurun :


Analiz:

Adı-Soyadı: Okan Sert(!)
Boy: 185 cm
Diğer Boy: 19 cm, kafası hariç, damarlı.
Kilo: 73
Vücut: Atletik
Performans: 10/9,8 (IMDB)
Dilbilgisi: 10/0,8 (TDK)
Kişisel Tercihleri: Nefes alsın yeter Geyler(Bir de doğru yazaydın, a be güzelim) ve pasifler hariç.

Genel Özellikler:
Kumlu ve çamurlu habitatlarda yaşamayı seven bu hayvanatlar genelde gece aktif olup gündüz kaya altları, taş oyuklarında dinlenirler. Çok eşli bir yaşamı tercih etmelerine rağmen tek eşleri sol elleri olup aktif mastürbatörlerdir. Bu yüzden bir kolun kası -aynı kemancı yengeçlerin de olduğu gibi- diğerine göre daha gelişmiştir. 
Kendilerine "Baltasapı, tripod, aktif448, vurdummugöçertirim" gibi baskın takma isimler almış olmalarına karşın toplumda silik kişilikler olarak rastlanırlar. 20. yüzyılın sonların da taraftar bulan "Dünya benim sikimin etrafında dönüyor" paradigması en sağlam felsefi yaklaşımlarıdır.

Uygulanması Öngörülen Tedavi:
Telefon numarası ve mail adresinin "lop yumurta kıvamında pasif ölüsever" olarak bilcümle sohbet mekanlarında yayılarak infazı.

Yazarın Notu: S*ktiğimin çükkafalısı seni.
Yazarın Notu 2: Okan Sert. Darıca Hayvanat bahçesinde bir dişi fil için erkek aranıyor. Ücret dolgun. İş tam senlik. Fil 45 yaşında, haliyle mature. Eh gey(!) ya da pasif falan da değil. Erkek fil öldüğünden dul da sayılır.Kilolu, tombul, şişman kategorilerinin her birini ayrı ayrı sağladığı gibi, her birini aynı anda da sağlıyor. Milf kategorisine fazla girmese de gayet olgun ve dolgun :)
Eh kriterlerinde insan aradığını belirtmemişsin bebeğim. 
Hadi beline kuvvet.

Bölüm 2: Ararım, Sorarım Seni Her Yerde


Blogun adıyla arama yaparsın, anlarım.
Zenci&Beyaz düşkünlüğün vardır, anlarım.
Fantezindir. Seks makinası ile boşalacaksındır, anlarım.
69'den(!?) tavşan, bak onu da anlarım.
Yanina halet ve türk porno intikam blog ne amk ? Nasıl bir gecenin mahsülüsünüz siz ?
Gerçi tüm bunlar Durex firmasının suçu. Bu ülkeye ürünlerini az daha erken soksalardı daha nezih arama sonuçlarıyla karşılaşırdık zannımca.

Uygulanması Öngörülen Tedavi: 
Yok olum böyle birşey. Gülüp geçeceğiz.

Sıradaki ?


3 Aralık 2014 Çarşamba

Yerim Senin Himini Mim'ini

Okuyup geçecektim...
O son satıra asla bakmayacaktım.
Baktım bir kere.
Höpürdeterek ağzıma doldurduğum kahvemi sürreal bir şekilde bilgisayar camına püskürttüm.
O an omuzlarıma koca bir yük bindi sanki, mimlenmiştim.
Buddha mimlemiş.

Van, tu, tri, foro...
Ar yu redi ?
Başlayalım haydi.


Bu gece öleceğinizi bilseniz bazı insanlara bazı şeyleri söylememiş olmanın pişmanlığını hisseder miydiniz? Peki, neden söylemediniz?

Hayatımdan siktir ettiğim bir takım insanlara "Siktir git" cümlesini söylememiş olmanın pişmanlığını hissederdim, hissediyorum da.
Birçok insan, birçok neden. Saymakla bitmez.


Günün birinde çocuğunuzun doğduğu hastanede bir yanlışlık yapıldığını ve çocukların karıştığını öğrenseniz, kendi çocuğunuzla sizin büyüttüğünüz çocuğu değişir miydiniz?

Değişmem. Hatta bana ait olanı alıp, yetiştirdiğimi de vermem.
Benim olan benimdir, elleşenin de götünü keserim.net


Hayalinizi süsleyen bir yerde bir hafta tam pansiyon, harika bir tatil için uçan bir kelebeği yakalayıp bacaklarını ve kanatlarını koparır mıydınız?

Hohohoooo.
Soruya geeeel !
Karıncayı s*ker belini incitme... öhmm.
Ne diyorduk ? Hah kelebek.
Uzun zamandır hayalini kurduğum bir Küba tatili planım var. O tatil için....
Yok lan yok. Veririm parasını giderim. Ama aynı soruyu at sinekleri için sormayın bak. Kıçlarına çam iğnesi sokmuşluğum vardır(Küçüktüm ve Kazıklı Voyvoda'nın hayat hikayesini okumuştum, ne edecektim ?)


Bir yemeğe davetlisiniz ve önünüze tanımadığınız bir yemek koyuluyor. Tuhaf haline ve pek iştah açıcı görünmemesine rağmen tadına bakar mıydınız?

Karınca, taze denizanası, çiğ karides, denizkestanesi yemiş bir adam var karşınızda.
Bu da soru mu ?
Please next one.


Sevdiğiniz biri için yalancı şahitlik yapar mısınız? Örneğin bir yayaya çarptığında direksiyonda dalga geçmesine rağmen çok dikkatli kullandığını söyler miydiniz? (Anne, baba, eş, sevgili vs.)

Sevdiğim biri için yalancı şahitlik yaptım, gene yaparım.


Yetişme tarzınızda değişiklik yapma imkanınız olsa neyi değiştirirdiniz?

Yetişme tarzımla bir sorunum yok. Ailem vs eleştirir ve fakat severim de.
Ama hayatta 2 noktada (biri 13-14'lü yaşlara diğeri 18-19'lu yaşlara rastlar) eğitimime bazı ekler yapmayı isterdim.  


Eviniz ve içindeki eşyalarınız yanıyor. Ailenizi, kendinizi ve köpeğinizi kurtardıktan sonra bir kez daha içeri girme şansınız var. Ne kurtarırdınız?

Sıralama:1) İlk sayısından 70. sayısına kadar eksiksiz aldığım Lombak koleksiyonum.
2) Farklı ülkelerden, farklı malzemelerden, farklı büyüklükte ve renkte toplanmış misket ve az sayıda basılan(Arkasında Atatürk resmi yerine o yılın simgelediği amblem olan) metal 10 bin ve metal 25 bin liradan oluşan para koleksiyonum.
3) 20'den fazla farklı türdeki kaktüslerim( Tek seferde taşıma imkanım olmadığından bunu es geçebiliriz)



Yarın sabah başka birinin kimliğinde uyanma ihtimaliniz olsa bunu değerlendirir miydiniz? Kimi seçerdiniz?

Değerlendirmek ? Şaka mısınız ?
Cristiano Lucarelli olarak uyanmak hiç fena olmazdı...
Futbol Lucarelli olmadan asla futbol olamaz...

2 Aralık 2014 Salı

Aysel...

Her şey iki seneden biraz daha fazla bir zaman diliminde başladı...
Aysel.
Hayatıma girdiği günü hatırlamıyorum mesela. Ansızın çıkıverdi karşıma, yapıştı tenime; beni bırakmamacasına. İlkin her şey sıradan geliyordu; her şey dediğim Aysel, ben ve dünyadan ibaret...
Alıştık zamanla birbirimize, alıştıkça sevdik.
Dokunduğum doğrudur Aysel'e; dokunup okşadığım. Uzun uzun bakıyordum bazen, gözlerimi kaçırmadan.
Bir gün bir parçam olduğunu hissettim Aysel'in. O an kafama "dank" etti tüm olanlar. Olamazdı, ona bu denli bağlanamazdım. Söküp atmaya çalıştım Aysel'i hayatımdan. Kanadım, kanattım.
Yine de olmadı, başaramadım.
Sonunda bende sevdim...


Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...*


İki Ay Önce 

Yanında biri belirdi, önemsemedim. Yakınlaştıklarını hissediyordum, Aysel ise ısrarla reddediyordu tüm bu olanları.
Neydi sorun ? İlişkimiz mi monotonlaşmıştı ?
Yoksa, yoksa ? Aysel bu genç zibidiye mi kapılmıştı ?
Bulduğum ilk fırsatta hırpaladım piçi. Aysel benimdi. Ona siktir olup gitmesini, Aysel'e yaklaşmamasını söyledim. Suratıma sırıtarak bakıyordu, her göz göze gelmemiz daha da hırslandırıyordu beni. Ne zaman Aysel'e baksam yanında bitiyordu...
Ve bir gece en kanlı kavgamızı yaşadık Aysel'le. Canını yaktım, canımı yaktı. Tırnakları etlerime saplanmışken tenini kana buladım. Ve tüm bunlar o piçin gözleri önünde oldu. Tahmin ettiğiniz gibi, piç sadece sırıtıyordu.

Dün

Kapıyı açıp aniden daldım içeri. Sekreterin "Beyefendi durun sıradaki hasta siz değilsiniz" laflarına bakmaksızın doktora doğru yürüdüm.

+Söküp atmak istiyorum Onu, hatırlamak istemiyorum. Onu ve o piçi.
-Bir bakalım, hmmm.
-PB Bey iki tane topuk siğiliniz var.
+Evet şu sarışın olan. Adı Aysel. 
-Aysel mi ?
+Evet. Bir de o yanındaki piç. İkisini de görmek istemiyorum artık.

Sekreterin kıkırdaması duyuldu.

- Bu elimde tuttuğum şey ne biliyor musunuz ?

"Herkesin tuttuğu kendine" demek isterdim, diyemedim.(Fesatlanmaya gerek yok, herif elinde metal bir tüp tutuyordu).

-Bu -196 derecede sıvı Azot. Şimdi siğillere sıkacağız bunu.
+Aysel, dedim.
-Ha evet, Aysel.  Aysel'e veda edin o halde.

Göz göze bakıştık son bir kez  daha. Tedirgin ama mağrur bir bakış fırlattı bana.
Önce bir uyuşukluk hissettim. Sonra biraz yanma.

-Acı var mı acı ?
+Tüneli kaçmak için kazdım amk. (Pardon hatlar karıştı)
+Eh ufaktan bir sızlama var.
-Sen birazdan göreceksin acıyı.
+ !?!?!?!?!?!
+Iğğğğğğyyyk amk.
-Ehihehühe.
...
-Ayağınızın üzerine fazla basmayın, su değmesinde bir sakınca yok, Batticon'u sabah akşam süreceksiniz.


Gafam Yandı amk

Bugün

Topuğum şişmiş durumda. Aysel ve o piçin cansız bedenleri öylece duruyor. Unutmam biraz zaman alacak ama olacak.
Ah Aysel ah...


27 Kasım 2014 Perşembe

Arçibıl'la Sohbetler Serisi - Vol IX




Şşşşt ! Artiz.
Arçibıl: ?
Ohoooo beyimiz konuşmuyor hem de.
Arçibıl: !
Olum nazlanma bu kadar. Tamam bağırmış olabilirim biraz.
Arçibıl: Yaptığını yakıştırabiliyorsan sorun yok abicim.
Ya tamam işte. Boş anıma denk geldi. Hem ne olmuş olum ? Aramızda Uşak- Efendi bağı yok mu ?
Arçibıl: Ben daha yakınız biliyordum.
Tamam, tamam. Kadim dostum benim. Özür dilerim, kırdım seni.
Arçibıl: Abicim.
Haftasonuna hazırlıklar tamam bilesin.
Arçibıl: Kaçırır mıyım abicim be. Sen, ben ve Azot.
:)
Arçibıl: Abicim bir daha "siktir git" demesen bana.
Tamam köfte seni. Dikkat ederim.


Ve şimdi dinle bak:


"Başın döner, gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin. 
Sonrası sonsuz karanlık.
İşler bir kere kötüye gitmeye başladı mı
Durduramazsın, ardı arkası kesilmez; dibe battıkça batarsın.
Bir noktadan sonra her şeyin normale dönmesi için değil de, 
İşlerin bundan daha kötüye gitmemesi için dua edersin. 
Bir çare, bir çıkış yolu ararsın kendine
Ama tüm bu aramalar boşunadır. 
Ne sesini duyan biri vardır etrafında, ne de çaresizliğini gören. 
Tek başınasındır bu hayatta, aldığın hiç bir karar tatmin etmez, 
Seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni.
Hikayenin bittiğini düşünürsün... 
Sonra nefes aldığını fark edersin 
Ve aldığın her nefes seni hayatta tutacak olan bir umuda dönüşür.
Her kaybettiğinde yeniden başlarsın, daha da güçlenerek başlarsın 
Ve daha da hızlanarak dibe batarsın ve en dibe batarsın.. 
Başın döner, gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin.. 
Sonrası sonsuz karanlık."

21 Kasım 2014 Cuma

Öncesi...Sonrası...

Öncesi mi, sonrası mı bilemiyorum.
Dünya dönüyordu, zaman akıyordu ve ben geçmişe doğru gidiyordum.
Seni ilk gördüğüm yer, anımsıyordum ince bir sızı eşliğinde, sonra erkek oluyordum, "Kadın" kokuyordum. "Adam" deyişin kulaklarımda.
Gülüyordum sebepsizce; suretin dünyam oluyordu.
Elim, ayağım ve dahi ruhum fışkırıyordu kuytu köşelerinde. Her köşebaşın "Ben" tarafından zapt edilmekte.
...
Hatırladıkça daha da geriye gidiyordum, seni hatırlayamadığım kadar geriye.
Sonrası mutlak boşluk; sensizlik.
Ve unutuyordum nerede olduğumu.
Senden öncesi mi, sonrası mı...
Bilemiyorum.


11 Kasım 2014 Salı

Etek

Panjurlardan sızan güneş ışıkları yüzüme vurmaya başladığından mı uyandım, yoksa alarm mı çok ısrarcıydı bilmiyorum...
Uyanmıştım işte.
Her insan hayata biraz sıçmak için gelir.
Bir işte çuvallar; sıçar, Sınavdan kalır; sıçar, helaya oturur; sıçar.
Mevzu derin, mevzu boktan.
Sabahın bu kısmıyla ilgili fazla detay vermek istemiyorum, hepimiz tuvalette yüzümüzün aldığı şekli az çok biliyoruz, birbirimizi kandırmaya gerek yok.


Hangimiz kabızlığın o ince sızısını tatmadık ki

Duştan çıktığımda servisin gelmesine çok fazla kalmadığını söyledi saat bana, ben de ona onu sevdiğimi. Garip bir ilişkimiz var saatimle, itiraf ediyorum.
Balkondan çöpü, ayakkabılıktan ayakkabıyı aldım, kapıyı açtım, apartman koridoruna yayılan mis gibi omlet kokusunu içime çektim. Dur lan, bu omlet kokusu değil sanki.
Yani yumurta kokusu ama omlet değil.
Hatta sanki çok pişmiş yumurta. Çok pişmiş ama pişirilmesinin üzerinden bir hayli vakit geçmiş.
Çürümüş lan bu yumurta.
Laaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan !
Allahın belaları, kim osurdu lan apartman koridorunda.
Çektiğim nefesi anında geri bıraktım.
Durun yahu hemen inanmayın, kimsenin osurduğu falan yok. Apartman yeni, henüz boya kokuyor.
Bir anda yan dairenin kapı açılma sesi geldi.
Önce dışarıya bırakılan iki çizme ve kapıdan dışarı uzatılan bir bacak.
Ya da durun ! Ona bacak denemez.
Apollon tapınağındaki mermer sütunlardan biri olabilir bak.
Önce bir bacak göründü, sonra diğeri "bende buradayım" diye selamladı beni.
Ayak bileklerinden yukarı doğru bakmaya başladım ağır ağır. Yırtık desenli bir ten çorap eşlik ediyordu bacaklara. Yukarı çıktım, çıktım ve çıktım. 
Bir gariplik vardı bu işte, hala eteğe gelememiştim. Ve sonunda etekle karşılaştık.

-"Naber hacı" dedi bana.
+"İyidir" dedim.

Etek dediysem normal bir etek canlanmasın. Mini, hatta minimini. Eteği yapan firma eteğe kumaş eklemeyi unutmuş işte, o kadar mini. 

Eteğe odaklanalım beyler !

Duman çıkmaya başladı boynumdan ilkin. Sonra koltuk altım ve sonra tüm vücudumdan. "Şöyle tişörtü tutup yırtayım da rahat rahat bir buharlaşayım" dedim, sonra vazgeçtim.
...
Elimde çöp poşetimle yanında gururlu ve de mağrur bir şekilde geçerken kafasını kaldırıp "Günaydın" dedi.
"Allahım beni neyle sınıyorsun" dedim.
"Anlamadım" dedi.
"Günaydın" dedim.

Konunun hard pornoya dökülmesini bekleyenler: Post'umuz da 2 adet acil çıkış kapısı bulunmakta olup ivedilikle bunları kullanabilirsiniz efendim.
Selamlar&Saygılar. 

30 Ekim 2014 Perşembe

Test Sürüşü

Dünya önce bir gaz ve toz bulutuydu(Big Bang).
Sonra soğudu bir şekli şemali oldu, eli yüzü düzgünleşti vesaire.
Toprak oldu, su oldu, üzerinde ot bitti.
Sonra dünya insanla müşerref oldu. Eh sayıca insan artmaya başladığı an da "Yerleşim yeri" kavramı gelişti.
İlkin mağaralara yerleştiler. Yazdılar çizdiler.

Tosun Edebiyatının doğuşunun M.Ö. 25000 yılına dayandığını biliyor muydunuz :)

  • Komşu mağaralardakiler birbirine gidip gelmeye başlayınca misafir odası ihtiyacı doğdu.
  • Mağara da geceleri boş boş dururken seviştiler, ürediler. Çocuklar oldu, çocuklar büyüdü.Velhasıl çocuk odası ihtiyaç oldu.
  • Her gece uykudan uyanıp dışarıya sıçmak zulüm gelmeye başlayınca tuvalet ihtiyaç oldu.
  • Mağaranın ortasında balık pişirilipte, mağara balık kokmaya başlayınca evin hanımı dırdıra başladı, mutfak ihtiyaç oldu.
  • Gece sevişen dini bütün mağara insanları anında gusül abdestini konforlu almak isteyince banyo ihtiyaç oldu.
vesaire vesaire vesaire.

Sonuçta kafada ampul yanan bir insan ev kavramını buldu(Tekerleği bulan kişi ile evi bulan kişi aynı olabilir, olmayabilir de. Araştırılmalı).
Karadenizli olduğunu düşündüğüm bir diğeri "ulen bu evi yapanların bir adı olmalı" diye düşünürken müteahhitliği buldu, falan feşmekan.
...
Buraya kadar anlattıklarımın konumuzla hiçbir ilgisi olmadığından postu bu satırdan itibaren okuyan kişinin pek birşey kaybettiği söylenemez. Ha okuyanlar küfretmesin lütfen, bozuşuruz.
Uzun bir süredir düşünüyordum oturduğum evi değiştirmeyi.
Netice itibarı ile evime 250 metre mesafede yeni bitmiş binanın bir dairesi aklıma yattı ve ev sahibiyle eve bakmak için sözleştik.
Kapıyı özenle açan ev sahibi odaları, evin konforunu vs anlata anlata bitiremiyordu. Zannedersin ki Kremlin Sarayı.
Abi ev 2 oda, bir salon, birde oda-mutfak var. Hani Amerikan mutfak yaptık o odayı, batılı bir hava kattı eve(bak hele dallamaya).
"Duvarlar saten alçı, lambalar asma tavana gömme spot, çift cephe, çift balkon, ankastre mutfak, yerler laminant parke" diye sayarken içimden aynı repliği tekrarlıyordum: "Sikmese bari". 
Neyse ki herif heteroseksüelmiş, ilişmedik birbirimize.
Ve en merak ettiğim bölüme geldiğinde kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Önce alaturka tuvalet ve sonrasında alafranga tuvalete baktık, "Bingoooooo".
...
Test sürüşü yapılmıştı bile.
Gözlerimi kapatır gibi yapıp sağ elimin işaret parmağıyla havada bir kavis çizdim ve tuvaletin deliğini göstererek sordum:
-Bu bu, nedir Bu ?
Ev sahibi olanca şirinliğiyle cevapladı.
-Bok abi, bildiğin bok. Bizim işçiler çalışırken sıçmışlar. E insan tabii ihtiyaç hasıl olunca sıçacaklar. Keşke suyu bol dökseydi keratalar, ehihehuhe.



Ömrü hayatımda 3. kez bir evin ilk kiracısı olacağım(İlki ailemle yaşadığım kısa pantolonlu zamanlara rastlar). Ve bu olay 3. kere başıma geliyor.
Lütfen bilen biri şu sorulara cevap versin:
1)İnşaat işçiliğinde, yeni evin helasına sıçarken bokuyla imza atmak adetten midir ?
2)Amele sümüğünün yapışması dillere destandır. Amele boku da bu denli yapışıp kalmak zorunda mıdır ?

Netice itibarı ile:
Evi tuttum, boktan numune aldırıp emniyet kriminal laboratuvara gönderdim.
Bulacağım o ipneyi/ipneleri.


22 Eylül 2014 Pazartesi

Doktor

-Uzun zaman önceydi ve emeklemeyi yeni öğreniyordu ruhum-

Günaydın doktor;
Sorun bende mi bilmiyorum.
Aslında öyle olduğunu düşünmüyorum. 
Cırcır böcekleri ötmüyor uzun zamandır mesela, mesela ateşböceklerinin yangın yerine çevirdiği geceler yok. 
Dünya uzun zamandır dönmüyor sanki, sadece gece olsun diye Tanrı ışıkları kapatıyor. 
Hep 25 yaşındayım sanki, ama adamın biri her gece ben uyurken bir saç telimi beyaza boyuyor. 
Sorun bende değil doktor, bende değil.
Ne kadardır bilmem sağ yanımdan kalkmıyorum, sol yanım heyecanla çarpmıyor. Önümü görmüyorum, arkama bakmıyorum. Önüm, arkam, sağım, solum sobe... 

Bir yanım piçler ordusu, diğer yanım ağzı bozuk fahişeler; ben aynı safta hayatı yaşamaktan utanıyorum.
Bir deliğe girip erkek olduğunu zanneden insanlar sürüsü iş erkek olmaya gelince ibneleşiyorlar, ben erkeğim demekten çekiniyorum.
Kadın diyemeyeceğim yaratıklar var mesela, bakire fahişeler; ağzı bakire, kıçı bakire, organı bakire ama ruhları orospu olmuş bir kere..

Sorun bende değil doktor, bende değil.
Toprak kokusu almıyorum nicedir, toprak beni çağırmıyor; korkarım ölümler bile artık betonarme oluyor.
Sebebini bilmediğim yalanlar söylüyorum kendime, sözlerini bilmediğim şarkılar mırıldanıyorum.
Bakamıyorum güneşe, gökyüzüne, ufuğa. Ne yana dönsem kara bulutlar nicedir.
Açılmış bir kucak görsem koşmak istiyorum, ayaklarım kıpırdamıyor.

Saf bir kadının memesini özler oldum, özlemle emmeyi, koklamayı.
Bir kadının kalçasının kıvrımlarını seyretmeyi özler oldum, resmetmeyi beceremesem de.
Sigara dumanını özler oldum; zifiri karanlıkta, ayın ışığında büklüm büklüm kıvrılan dumanı.
...
Sorun bende mi doktor bilmiyorum,
Sanırım seni seviyorum.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Arçibıl'la Sohbetler Serisi - Vol VIII(Eylülde Gel)

Arçibıl: Seeeeees, ses. Deneme 1-2-3
Vay vay vaaaaay. Beyimiz teşrif etmişler sonunda.
Arçibıl: Ehihehuhe. Abicim merhabalar, tatil bitti ben geldim.
Ulen sıpa. Duyanda "şimdi okullu oldun" zannedecek. Nerelerdesin sen ?
Arçibıl: Valla abicim uzzuuuuuun bir tatil yaptım, kafamı dinledim.
Olum bu nasıl bir kafa dinlemek ? Hayır tatille kafanı oranlıyorum taş kafa bir şey çıkıyorsun.
Arçibıl: Ohoooo daha ilk günden bir giydirme politikası bakıyorum da.
Ohooo ilk günden bu ne özgüven paşam.
Arçibıl: Ehihehuhe.
Gel ulen kerata, özledim seni.
Arçibıl: Abicim benim.
Tamam, tamam fazla sıkı fıkı olmayalım.
Arçibıl: Sen niye ses vermiyorsun be abicim.
Olum çıkaracak ses mi kaldı. Bir hafta tatilin üzerine yine koşturmaca. Götümden şırıngayla kan çekildi.
Arçibıl: Hangi grup ?
A Rh(+).
Arçibıl: Abiciiiiiim :)
Gel buraya kerata, sarılayım uzun uzun. Özlemişim seni.



Arçibıl: Abicim gözlerin mi doluyor ?
Sus ve dinle sıpa, sus ve dinle.

26 Ağustos 2014 Salı

İki Film Birden

Uslandım mı ? Hayır.

Üniversite zamanı. Vakit geçmişlerden bir vakit, pazar günü öğlen sonrası, hava kapalı heyhat.
İki arkadaş sahilde volta atıp dünyayı kurtarma telaşındayız.

- Abi bu dünya nasıl kurtulur sence ?
+ Olum bu rus avratları klonlayıp tüm dünyaya yayacaksın. Hatta her erkeğe 3-5 tane düşecek. Ancak kurtulur dünya.

Derken bir cisim yaklaşıyor uzaktan.
Bu, bu göktaşı, hayır bir uçak, hayır leylek, Süperman. Süperman mı ? Ne lan bu ? Eeeeh sikerim bir başka arkadaşmış gelen.
Naber, nasılsın'lar havada uçuyor, sesler atmosfere varıyor. Sonra troposfere inip yağmur oluyor. O yağmurlar yeryüzüne yağıp bir çiçeğin damarlarına giriyor. Sonra o çiçeğin özüne bir kelebek konuyor.
"Hacı kelebeğin üzerine bastığımda "cork" diye patladı hayvanat yea" dedi.
"Olum çok götsün, kihkihkih" diye cevap verdi yanımdaki diğer arkadaşım.

Kelebekleri sevelim, öpelim, okşayalım.

Lafı dolandırmayı sevmiyor yeni gelen.
"Olum" diyor "Hadi sinemaya gidelim".
"Hacı" diyor beri ki. "Biz dün gittik, bu hafta ki filmler bir boka yaramaz".
"Olum normal filmler değil lan, ben size mutluluğun anahtarını sunuyorum. Hadi porno alemine akalım."
"Yok olum biz böyle iyiyiz" diyor beri ki.
"Biletler benden" diyor öteki.
Ben mi ne yapıyorum. Tenis maçı seyreder gibi kafam bir o yanda bir bu yanda. 
"Neyse seni mi kıracağız kardeşim" diyor beri ki ve emin adımlarla yol alıyoruz.
Sinema girişinde keskin bir rutubet kokusu karşılıyor yine. Yine diyorum, zira geçmişten gelen bir anım var ki ahanda burada.
Yer göstericinin zayıf lambasıyla arka koltuklarda kendimize yer buluyoruz. Üçüncü şahıs bizden 3 koltuk yan tarafa oturup avını bekleyen bir şahin sabırsızlığında filmi beklemeye başlıyor.

 Sol elim, sadık yarim benim

Gonk çalıyor, film başlıyor. Konuya gelince:
Efendim bir adam var, bir de kadın var. Adam kadını öhhhm. İnsan ırkını nasıl arttırabiliriz diye kütüphane de bir masa üzerinde altlı üstlü düşünüyorlar.
Ancak filmde göze çarpan(!) bir ayrıntı var ki adam tripot. Hani kimisi yemek yer kas yapar, kimi si göbek yapar. Bu herifin de tüm yedikleri pipisine gitmiş anlayacağınız.
Arkada iki arkadaş kritik yapıp gülerken ışıkçının sıklıkla geriye dönüp: "Beyler sessiz olalım lütfen" uyarısıyla karşılaşıyoruz. Neyse ki sinemayı dolduran abaza güruh naif insanlardan oluşmakta. Yoksa konsantrasyonu bozan bu iki gencin toplu tecavüze uğraması içten bile değil.
Üçüncü şahıs mı ?
Karanlıkta önündeki elinin karaltısını seçebiliyorum.
"Hacı fazla kurcalama, ayarı bozulur" diyorum, "Olum bir sus artık" diyor. Pezevenk, zannedersin ki Woody Allen filmi izliyor pür dikkat.

Gençler neler oluyor orada ?

Final sahnesi unutulmaz. Kadın sereserpe masa da. Adam -uzun uğraşlar sonucu- birkaç damla bırakıyor kadının göbeğine.
Ve sinemayı çınlatacak sesim duyuluyor:
"Yuh be tripot, itfaiye hortumundan çıka çıka birkaç damla mı çıktı ?"
Film ekibi sanki bu sahneyi ve olası tepkileri çalışmış gibi. Lafım bittiği anda Tripot hortumun sonundan başına doğru"bakalım içeride neler kalmış" der gibi bir hareket yapıyor.
Kadının tüm vücuduna muson yağmurları iniyor, kadın sele kapılıyor, kadın boğuluyor.
"Ohhhhaaaaa" dememle birlikte, sinemadaki tüm izleyiciler arkaya doğru dönüp "şaaaak" diye hareket çekiyor bana. Susuyorum, küçülüyorum koltukta. İki büklüm, üç büklüm, büklüm büklüm oluyorum.
Filmin sonuna kadar "Dut yemiş bülbül mode on" vaziyetindeyim.
Film bitiyor, sinemadan dışarı adımımı atıyorum.
"Hava açmış oğlum diyorum, karnı acıkan var mı ?"


21 Ağustos 2014 Perşembe

Masal: A'nın Hikayesi(*)

Ciğerlerine çektiği havayı tuttu bir süre. Soluksuz kaldığında başının ani dönmesinden sadistçe bir zevk alıyordu, gülümsedi ve bıraktı nefesini.
Ardı ardına hızlı birkaç nefes alıp verdi. İyot kokusu hoşuna gidiyordu. Az önce yağan yağmurun ıslattığı Arnavut kaldırımda yürümeye başladı. Dudaklarında sadece kendinin duyacağı ıslıkta "Bir İhtimal Daha Var"dı. Saat 2'yi çoktan geçmişti. Adımlarını hızlandırdıkça kalp ritmi artmaya başladı.
O hızlandığı için mi kalbi hızlı atıyordu, yoksa kalbi hızla çarpmaya başladığı için mi adımlarını hızlandırmıştı ?
Ne önemi vardı ki...
Yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı.
Yolun sonundaki binanın köşesinden döndü, çınar ağacının yanındaki banka oturdu.
"Kadın" diye bağırdı. "Sana kucak dolusu masallarla geldim. Yüzüme bak ne olur."
Sesine ağacın garantisine uzanmış bir kedi, uykulu gözlerini zorla açıp miyavlayarak cevap verdi.
Neden sonra yerde yarısı içilmiş, henüz sönmemiş ve üzerinde kırmızı ruj izi olan bir sigara gördü. Eline aldı ve gülümseyerek kendi kendine söylendi:
"İzler henüz sıcak, fazla uzağa gitmiş olamaz."

***

Banktan kalkıp sonunda denize inen sokakta aylak aylak yürümeye başladı. Bir iz arıyordu, bir koku; burnu bir av köpeğininkinin hassasiyetinde.

Gözlerini kapattı, sokakta geçmişten kalan sesleri duymaya çalıştı.
Bir orospu arkadaşına küfrediyordu, bir ayyaşın naralarını duydu, serserilerin it gibi ulumaları ve Kadının yürürken topukluların bıraktığı sesleri.
"Doğru iz üzerindeyim" diye düşündü.
Sesler kesildi bir anda, bir çakmağın çakarken çıkardığı ses, sigaranın ilk nefesinde tütünlerin yanmasıyla oluşan o çıtırdı ve havaya üflenen dumanın Kadına özgü sesi. Yakındaydı belki.
Gözlerini açtı, az ötesinde duran sigara izmaritini gördü, gülümsedi.
Kaçan kovalanıyordu şu an. Sadistçe bir oyundu bu belki. Av, avcının kendisini bulması için izlerini bırakmaktan zevk alırken, avcı avına ulaşmakta acele etmeden bu oyundan keyif almaya bakıyordu.
Dişlerinin kamaştığını hissetti. Dişlerinin Kadının etine geçeceği anı düşününce sabırsızlanmaya başladı.
Burnuyla havayı bir kez daha kokları. Dişiyi takip eden bir erkek kediymişçesine kadınlık kokusunu seçti havadan. Pençelerini çıkarttı hafifçe ve yüzünde muzip bir gülümseme Adamın.
Sokağın sonuna varmadan ufak bir motel gördü:
"Oyunun sonuna yaklaşıyoruz Kadın" diye fısıldadı, "Bu gece kanlı geçecek".


***

Ekrana bakıp yazdıklarını okudu, kahvesinden bir yudum aldı, gülümsedi.


"Masallar" diye mırıldandı, "Masallar Kadın".
Her bir masalın mutlu biten sonu yoktu, gökten üç elma düşmezdi her faninin başına ve saraylarda kırk gün kırk gece düğünleri olmazdı.
Seninle sonu mutlu biten masalları değil, sonu olmayanları, içinde kan, içinde ıslaklık geçenleri seviyordum.
Har masalın sonuna kıvrıla kıvrıla giderken çatışmayı, anlaşmayı, bu yolu yürümeyi seviyordum.
Masallar hayatın varlığından sonsuza doğru uzanan bir köprü, Adem'in Havva'ya yakarışı gibiydi:
Kadın;
Ey Tanrının lütfu !
Ey kaburga kemiğim !
Ey hiçliğim, herşeyim...
Sonu olmayan masalları seviyorduk ve ağzımıza bulaşmış bir parça suyumuzu.
Ne yarısı kalmış sigara, ne topuklularının çıkardığı sesler ne de rüzgara karışan kokun.
Sonu gelmeden merakla biten bir masal.
Ben anlatan oldum, sen gözleri uyku alemine dalarken dinleyen.

Onlar erdi muradına, biz kendi coğrafyalarımızda kendi hayatımızı yaşamaya.

*A'nın Hikayesi aynı zamanda Murathan Mungan'ın "Üç Aynalı Kırk Oda" isimli kitabındaki bir hikaye olup post'la başlık haricinde bir benzeşmesi yoktur.













20 Ağustos 2014 Çarşamba

İt oğlu/kızı it

Gece 03 suları.
Yatağa Apollon kıvamında uzanmış, adonis, biceps, triceps ve adı aklıma gelmeyen bilimum kas gruplarımı dinlendiriyorum.



Hassiktir...Rüyaymış.
Tamam baştan alıyorum.
...
Gece 03 suları.
Yatakta uyuyorum. (Tamam kas mas yok)
Ve ev sahibinin iti standart gece ulumalarına başlıyor.
Ve benim tek gözüm "pınnnn" efekti ile açılıyor.
"Şimdi susar" diyorum, susmuyor. "Kesin birşey görmüştü, kedidir kedi" diyorum, durmuyor. İş ufaktan boka sarmaya başlıyor. Bu eğitimli, Alman Kurdu olacak dişi it yanına birkaç sokak köpeğinin de sesini katarak resmen Arya'ya başlıyor.
Sesler artmaya başladığında sırayla ikinci gözüm, gönül gözüm, çakralarım vs herbiri açılıyor. Hatta bir ara kelime benzeşmesi sebebiyle götüm bile açılır gibi oluyor, şortumu tekrar giyiyorum, konu kapanıyor.
Pencereyi açıp "hoşt, kışt, pist" gibi köpeğe yapılacak ne kadar başlangıç tacizi varsa uyguluyorum, bana mısın demiyor fahişe.
"Senin silsileni sikeyim" diye anlamsız bir küfür sallıyorum evin içinde ve balkonda bu itin akrabalarına karşı gece atışlarında kullanılmak üzere topladığım mühimmata(hayal gücünüzü zorlamayın, bildiğiniz taş) yöneliyorum.
Balkondan köpekle en az onun kadar küfrettiğim ev sahibinin arabasına bakıyorum. Mesafe oldukça yakın. İlk taciz atışını köpeğe ve dolayısıyla arabaya uzak bir mesafeye atıyorum, daha da şahlanıyor hayvanat.
Sonraki iki atış nispeten yakın da olsa bana mısın demiyor kevaşe.
Mesafe&atış planlaması yapıyorum kafamda. Hedefi vurabilmem için 37 derecelik ve saatte 24 km/h'lik bir hızla sağa kavisli bir atış gerçekleştirmem gerekli.

Arabayı vurma ihtimalim % 90
Atışın karavana olma ihtimali % 9
İti vurmak paha biçilemez.
...
Netice de tıpış tıpış dönüyorum yatağa. Köpeğin yedi ceddine, silsilesine(!), doğuranına, doğurtanına, bakanına, sahibine, su verenine, ruhuna etmediğim küfür kalmıyor. Biraz rahatlar gibi oluyorum.
Orospu ise Arya da doruk noktasına ulaşmış, alkışları topluyor. 





15 Ağustos 2014 Cuma

Kalanların Ardından

Bazı kahramanlar masallarda can bulur, bazı kahramanlarsa kendi masalını kendi yaratır...
Hayat zevk-ü sefa içinde yaşanılan ıslak bir oyundu. Kartlar açık seçik dağıtılırdı iki oyuncuya, elimiz bazen üç alırdı, bazense sekiz.
Tenler ıslak olurdu kuzey yarımkürenin çorak iklimlerinde, tenler kabarır, tenler şişerdi üzerinde hayat sürülen ovaların düzlüğüne nispet yaparcasına. Ve tenler yorulurdu gülen yüzlerin arkasındaki -sırlara ermeye vakıf olanların bildiği- karanlık dehlizlerde.
beni bırakın, şimdi biraz kendime lâzımım
birkaç gün, birkaç yıl, birkaç ayçiçeği
beni unutun, yok sayın, öldü bilin.
kuş kendine, balık kendine, ağaç kendine
lâzımdır, be neden olmayayım! (*)
Mutlak bir hayatta muğlak mecralarda iz sürerdi ademoğlu, ademkızı. Kays Leyla'sını arardı belki, belki de ab-ı hayatı. Yorardı her bir adım günden güne ve her bir insan iz bırakırdı bir diğerinde.

kaç yıl geçti, kaç yaprak düştü
neler oldu, neler oldu, neler öldü
yüzümde kaç ev, kaç sıradağ yıkıldı
kaç uçak düştü, kaç uzun ırmak kurudu,
hepsinin yüzümde izi kaldı! (*)
Hayat yoruyordu biliyorum; bendeki seni, sendeki beni aramaya mecal bırakmayacak kadar üstelik. Renklere yoruyordu insan karşısındakini. Sarı diyorsa güneş doğuyordu sanki, kırmızıysa aşık oluyordu, yeşilse ferahlıyordu. Ama her koşuşturmanın ardından nefesi kesiliyor, boğazını görünmez eller sıkıyor ve teni morarıyordu.

görmek istiyorum, aynanın önünden çekilin.
bu, benim otuzuncu kilometre taşımdır,
yarıya inen otuzuncu bayrağım!
kayalarımın oyulması, heykelimin solması,
yüzümden bahar alfabesinin kaybolmasıdır!
kaç yaprak kaldı rüzgârlı dallarımda
kaç notam kaldı göğe savrulacak,
bilmek istiyorum, aynanın önünden çekilin.(*)
Hayat kendi yarattığımız masaldı ve biz içinde beceriksiz kahramanlar. Dere tepe düz gidip, altı ay bir güz gidip de bir arpa boyu yol alamıyorduk. Don Kişot'un yeldeğirmenlerine saldırmasına gülüp, ağlanacak halimize gülenlere bir anlam veremediğimiz bir masal.
Atılan her adım daha da yoruyordu ve insanlar buna yaş'lanmak diyordu; tıpkı kulak arkamızın bikrinin izale edilmesine "tecrübe" dedikleri gibi.
Masallar sona eriyordu, içinde sonsuza değin yaşayacak kahramanları ve kendilerine özgü renkleriyle birlikte.

beni bırakın, artık biraz kendime lâzımım
birkaç gün, birkaç yıl, birkaç ayçiçeği
beni unutun, yok sayın, öldü bilin.(*)
*Şiir: Fikret Demirağ - Kendimle Bir Hesaplaşma

12 Ağustos 2014 Salı

N.'nin Hikayesi

Dünya masallardan ibaret zannettiğimiz bir ütopyaydı o zamanlar ve biz - henüz - günahsız çocuklardık.


Üniversite de okuduğum yıllarda tanışmıştık N. ile. Nasıl tanıştım, uzunca bir zaman hayat ağacımın hangi dalında bir yapraktan ibaretti hatırlamıyorum; sanki hepsi flu.
Üniversite bitince ara ara yine görüşüyorduk. Neden bilmiyorum bu görüşmeler bir süre sonra -internetin de hayatımızda yer kaplamasıyla- artmaya başladı. 
Aslında sıra dışı bir durum yoktu konuşuyorduk, tartışıyor, gülüyor ve tekrar konuşuyorduk.
Aramızda bir yakınlaşma, çekim, arzu vs yoktu. İkimizinde farklı insanlarla ilişkisi vardı; sonra hepsi yandı, bitti, kül oldu. 
İkimizinde morallerimizin bozuk olduğu bir döneme denk gelmiştik. Bir araya geldik, konuştuk, konuştuk ve konuştuk.
Biraz şarapta eşlik etti bize ve içki - tüm kötülüklerin olmasa da - sanırım bazı kötülüklere annelik etmeyi vazife edinmişti.



Bir bakış, bir ten çekimi, bir gülümseme ve biraz gece...
İki terli beden, titrek sesler ve biraz tırnak izi.

Pişmanlık...

Sabah uyandığımda hayatımda hissettiğim en şiddetli kusma isteği sardı bünyemi. "Neden" sorularından ibaret oldu dünya.
Sonrası, sonrası yok.
Herkes kendi limanına yol aldı seferinde. Geride biraz dalga, biraz dümen suyunun izleri.
Her hikayenin büyük kahramanları, sayfalar dolusu  maceraları yoktu işte. Kısa, kısacık ama derin bırakılan bir iz.


10 Ağustos 2014 Pazar

İki

İki yıl...
Bir insan ömrü için kısa belki,
Bir kelebeğe göre asırlar demek.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Ramazan Bayramı vs. Kazım Kartal

Long long time ago, i can still remember
VHS kasetleri bilen bir kuşağın neferleriydik biz ve Alman ırkının biyolojisini iyi bilirdik. Ergenliğin etrafımızı çepeçevre sardığı zamanlarda tanıştık erotik film oynatan sinemalarla: "İki film birden".



Bir Ramazan Bayramıydı...
6 arkadaş -nasıl bir halet-i ruhiyeyse artık- erotik filmle coşmak istedik. Malum Ramazandan yeni çıkmıştık, seks hayatımıza(!) özgürlük geri gelmişti ve hormonlarımız bayramı bayram tadından öte yaşamamızı öğütlüyordu bize.
Herşey ani gelişti, paralar denkleştirildi. Tam bir saat önceden, yaş sorgulamasına takılmaksızın daldık sinemaya. Keskin bir rutubet kokusu eşliğinde, sinemanın zayıf ışıklarında kendimize perdeyi en etkin görebileceğimiz yerleri seçmeye çalıştık. Allahtan görevlinin elindeki feneri yardımıyla kıçımıza ıslaklık(!) bulaşmadan oturduk ve beklemeye başladık. Altıyken 10 olduk, sonra 20, 100 ve tüm koltuklar doldu. Abaza erkek güruh akını bununla son buldu mu; tabii ki hayır.
Akın akın erkek yağıyordu içeriye. Ara kısımlardaki merdivenler bile doldu. Hatta bir götlük yer açılsın diye rica eder oldu bazı abiler. 


Bizde isterdik böyle salonlarda izleyelim filmleri. Olmadı, olamadı.

Saat 14:00 olduğu anda gong çaldı. Yok be ne gongu, aniden ışıklar söndü ve salonda bir anda toplu fermuar açılışı sesi duyuldu. Aklına hemen fesatlık gelmesin sayın okuyucu, benim kotum düğmeliydi :)
Filmde büyük aktör, erotik filmlerin en bilindik neferlerinden Kazım Kartal abimiz başrolü kapmıştı. Filmin konusuna gelince... Tutan tuttuğunu tuttuğu yerde. Öhmmm. Yahu erotik filmde ne konusu bekliyordunuz ki ?
Ama filmde ters giden bir şeyler vardı. Onca hatunu zevkten dört köşe yapan Kazım abi ne olursa olsun soyunmuyordu. Sanki sinemadakilere nazire yaparcasına sadece fermuarını açıyor, kıçını kameraya dönüp kalçalarını ileri geri hareket ettiriyordu.



Kazım abinin kıçı hareketle birlikte bir büyüyor bir küçülüyordu. Filmin ilk yarım saati dolduğundan salondan ciddi homurdanmalar yükselmeye başlamıştı: "Soyunsana amk çocuğu".
Elem ve kederle dinliyordum konuşmaları, adam sanat icra ederken, tey teeeey.
Velhasıl filmin son kısmında asıl kız ve Kazım abi bir oda da karşılaştılar. Sanki rejisör olabilecek homurdanmaları senaryo zamanından farketmiş ve finali buna göre tasarlamıştı. Kazım abinin önce atkısı çıktı. Derken kaban, kazak, ayakkabı, çorap, pantolon, atlet, don...
Salondan alkış ve ıslık sesleri eşliğinde "Bravoooo"lar yükseldi. Fermuar civarında dolaşan eller şimdi Kazım abinin ritmik hareketlerine uyumlu bir şekilde "Yine de şahlanıyor aman, kolbaşının yandımda kıratı" türküsüne nispet yaparcasına bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu...  
Netice de;
Sahnenin sonunda Kazım abinin yüzünde bir gülümseme, salondakilerin yüzünde bir gülümseme ve ıslak merdivenler...

Neyse ki o zamanlar 3d sinemalar yoktu

Bugün...
Kazım Kartal artık yok(Biyografisi için bknz: Kazım Kartal).
Post da bahsi geçen sinema artık yok.
VHS kasetler artık yok.

Her Ramazan Bayramında buruk bir sevinçle Kazım abiyi yadeden altı delikanlıdan ibaret dünya...