Dünya masallardan ibaret zannettiğimiz bir ütopyaydı o zamanlar ve biz - henüz - günahsız çocuklardık.
Üniversite de okuduğum yıllarda tanışmıştık N. ile. Nasıl tanıştım, uzunca bir zaman hayat ağacımın hangi dalında bir yapraktan ibaretti hatırlamıyorum; sanki hepsi flu.
Üniversite bitince ara ara yine görüşüyorduk. Neden bilmiyorum bu görüşmeler bir süre sonra -internetin de hayatımızda yer kaplamasıyla- artmaya başladı.
Aslında sıra dışı bir durum yoktu konuşuyorduk, tartışıyor, gülüyor ve tekrar konuşuyorduk.
Aramızda bir yakınlaşma, çekim, arzu vs yoktu. İkimizinde farklı insanlarla ilişkisi vardı; sonra hepsi yandı, bitti, kül oldu.
İkimizinde morallerimizin bozuk olduğu bir döneme denk gelmiştik. Bir araya geldik, konuştuk, konuştuk ve konuştuk.
Biraz şarapta eşlik etti bize ve içki - tüm kötülüklerin olmasa da - sanırım bazı kötülüklere annelik etmeyi vazife edinmişti.
Bir bakış, bir ten çekimi, bir gülümseme ve biraz gece...
İki terli beden, titrek sesler ve biraz tırnak izi.
Pişmanlık...
Sabah uyandığımda hayatımda hissettiğim en şiddetli kusma isteği sardı bünyemi. "Neden" sorularından ibaret oldu dünya.
Sonrası, sonrası yok.
Herkes kendi limanına yol aldı seferinde. Geride biraz dalga, biraz dümen suyunun izleri.
Her hikayenin büyük kahramanları, sayfalar dolusu maceraları yoktu işte. Kısa, kısacık ama derin bırakılan bir iz.
olur öyle de hep alkolün günahını alıyoruz yahu,
YanıtlaSilardına saklanınca eylemlerin sorumluluğu hafifliyor diye.
*yıllar olmuştu bu şarkıyı dinlemeyeli, özlemişim, teşekkürler :)
Suçlanacak biri kalmadığı anda ya da suçun sorumluluğunu alacak cesaret bulunmadığında tüm suçu alkole vermek en iyisi sanırım...
YanıtlaSilque sera sera...
YanıtlaSil