28 Ekim 2013 Pazartesi

Gel Otur Yanıbaşıma Sevgilim...

Gel, otur yanıbaşıma sevgilim; sana anlatacağım kucak dolusu masallarım var.
Ben erbezlerinden arınmış bir erkek ve sen bir avuç et parçasından sıyrılmış bir kadınken, ne masum, ne ihtirassız ve ne de yeni yetme iki sevgiliyiz.
Gel, otur yanıbaşıma sevgilim; seni anlatacağım ağız dolusu cümlelerim var.
Bir masaldasın ki Se'n, ne Leyla, ne Aslı ve ne de Şirin seninle kıyaslanmaya layık.
Ne sen yüzyıl uyuyan prenses ve ne de ben seni arayan prensim
Gel otur yanıbaşıma sevgilim; sana verebileceğim göğsümün sol yanında bir yerim var.
...ki ben sana ne dünyaları, ne dağları delmeyi vaadediyorum.
Sadece başını yaslayabileceğin sol omzumun çukuru ve kulağında kalp sesim.
...
Gel otur yanıbaşıma sevgilim; uğruna katlettiğim insanlar içimde.
...
Aşk -ki iki etin birbirine hasretiyse eğer- ben uğruna etinden, aşktan kendimi azad ediyorum.
Gel otur yanıbaşıma sevgilim,
Ait olduğun yere;
Başın sol omzumun çukurunda, tenin tenimin garantisinde... 


Özet

Ben hayatı özetlenmiş şekilde yaşamayı seviyorum bebek.
ve bundandır hayat benim için "Doğdum, yaşıyorum ve öleceğim"den ibaret.
Ama heyhat bebek, işte o özetin en can alıcı cümlesinde adın geçiyor.
Ki sebebidir senden vazgeçemeyişimin...




27 Ekim 2013 Pazar

Minyon Fahişe

Aklıma geldi yine ve kendimi bok gibi hissettim. Tıpkı o gün gibi...

Üniversite zamanı. Okuduğum üniversitenin(ki genelde tüm üniversitelerde yapılırdı bunlar) bahar şenlikleri. İkinci vizelerden sonra bir hafta - öğrenci deyimiyle - kafaların dağıtıldığı malum zaman dilimi. Birbirine birkaç metre arayla toplaşan güruhun farklı müzikler eşliğinde dans ettiği( ya da benim gibi özürlülerin dans etmeyi beceremediği) topluluklar var. Birkaç dakika dans etmeye çalışıp yaptıklarıma kendim bile gülerek kenara çekiliyorum başarısız denemelerimde. Ben ki abisinin düğününde halayı bozuyorsun diye halaydan şutlanmış bir adam...


Hey adamım ! Senin sorunun o lanet olasıca kıçınla bacaklarının birbirinde bağımsız hareket etmesi. Bilmem anlatabildim mi.

Bizde şenliklerin leprikonları olarak(bir küp altınımız yok bizim, işimiz gücümüz haylazlık) içine su doldurduğumuz prezervatifleri dans eden güruhun arasına atıyoruz. Meraklı gözler bu sulu hava taarruzunun nereden geldiğini ararken biz diğer hedefleri vurma çabası ile sortilere başlamış oluyoruz.


- Çılgın Köpek burası Elvan Dalton, hedef 8-1-6 ve 1200 feetde.
- Elvan Dalton hedefe kilitlen ve atış serbest. Ben kuyruğumdaki piçle it dalaşına giriyorum.  

Ama o gece bunlardan hiçbiri olmuyor...

Sevdiğim bir arkadaşım var "uzun bacak". Fesatlık yapmaya gerek yok, burada kastedilen şey adamın penis boyu değil -ki böyle olsa uzun bacak değil üç bacak derdim-. Adamın bacakları vücuduna göre gerçekten uzun. Hep bahsettiği ama bir türlü tanışamadığımız bir sevgilisi var. Ve o gece tanışıyoruz.
10-12 kişilik bir grup kampüste" balkon" diye tabir ettiğimiz bir bölümdeyiz. Uzun bacak(UB) ve sevgilisi minyon fahişe(MF) çıkageliyorlar. Her birimizle ayrı ayrı tanıştırıyor sevgilisini. Biralar içiliyor, muhabbet koyulaşıyor. Birkaç kişi geceye doğru ayrılıyor.
Ayağa kalkıp balkondan aşağıda çamlığa doğru ele ele giden bir iki çifti seyrediyorum.


Herkes prezervatifleri boşa harcamıyor bizim gibi...

UB sigara içerken yanıma geliyor ve hiçbir şey konuşmadan "seviyorum" diyor. Gerçekten seviyorum, okuldan sonra evlenmeyi düşünüyorum. Gülümseyip "senin adına sevindim dostum" diyorum. Yanımıza MF yaklaşıyor. UB'den bir sigara alıp içmeye başlıyor. Kafası çakırkeyf besbelli. Bir şarkı mırıldanıyor ve ara ara dönüp gülümsüyor. Art niyetsiz bir şekilde gülümsemelerine gülümsemeyle karşılık veriyorum. UB sigarasını bitirip grubun yanına dönüyor. MF sigarasını içiyor, son bir fırt çekip bana doğru dönüp üflüyor. Geri dönecekken yanıma yaklaşıyor ve "çok hoşsun" diyor gözlerime bakıp.
E bunda ne var ki. Bir insanın bir diğerine bu lafı söylemesinde art niyet aramıyorum, aramak istemiyorum.
Ancak yanıldığımı anlamam için çokta uzun vakit geçmesi gerekmiyor...


Hey adamım, ver bakalım bir alt dudak.

İki ya da üç gün sonra telefonuma bir mesaj geliyor MF'den, müsaitsem konuşmak istediği şeyler olduğunu yazıyor. Zırhımı kuşanıp kararlaştırdığımız yere doğru gidiyorum. Benden önce gelip oturduğunu görüyorum. Kahvesiyle birlikte sigara içiyor. Bir şey söylemeden karşısına oturuyorum. Ben "nasılsın"lar eşliğinde ısınma turları beklerken MF gözlerimin içine bakıyor, lafı dolandırmadan "Senden çok hoşlandım, canım seninle olmak istiyor" diye bir şeyler geveliyor.


Hey bebek, bir kadının beni yatağa atmasına alışkın değilim.

Olanca gücümle salvolarına karşı koyarken kendime şaşırıyorum. Karşımda olanca kadınlığıyla benimle olmak istediğini söyleyen bir kadın ve "Arkadaşımın aşkısın şarkısını söyler edasıyla onu iten ben. Salak mıyım ? Belki. Ama küçük, ıslak bir deliğin beni benden almasına izin verdim mi ? Hayır.
Ses tonlarımız biraz yükseliyor ve sonunda nadiren söyleyeceğim bir çift lafı suratına haykırıyorum: "Siktir git". 

Ne kadar vakit geçtiğini hatırlamıyorum. Yine kampüsteki bir etkinlikte görüyorum MF'yi, yanıma yaklaşıyor. "Yine mi ya" düşüncesi kafamdan geçmeye başlamışken kulağıma eğilip "Senin reddettiğini neyse ki reddetmeyenler oldu" diyor ve sırıtarak yanımdan uzaklaşıyor. Bu onu son görüşüm oluyor zaten.

Bir süre sonra UB'den MF ile ayrıldıkları haberini alıyorum. "Neden anlamıyorum" diyor, "Herşey o kadar güzeldi ki". "Boşver dostum" diyorum, "Belki böylesi daha güzeldir."



25 Ekim 2013 Cuma

Yansımalar - II

Batı Anadoluda küçük bir şehir; hava ayaza kesmiş.
Uzanıp giden ıslak parke taşlarında, ahmakıslatan altında yürüyen iki sevgiliydik seninle.
Elin buldu elimi, sıkıca; kenetlendi parmaklarımız. Üşümüştün Se'vgilim.
Yüzümü çevirdim sana, nedensizce gülüyordun gözlerim gözlerine değdiğinde. Belki de bu kendimizi söylediğimiz koca bir yalandı, biliyorduk ahmakça gülümsememizin nedenini ahmakıslatan altında ıslak iki aşıkken.
Ufak adımların benimkilere yetişemezken sanki seni peşim sıra sürükler gibi yürüyordum.
"Üşüyorum" dedin utangaç bir sesle. Kollarımla sardım seni, alnını öptüm.
Havanın soğuğu, insan tenini bir bıçak gibi kesip acı verirken acıya dayanmaktı erkekliğin şartı ve ben yanında daha bir erkek oluyordum.
Avucun avucumda daha da kaybolurken, ruhun daha da işliyordu bana.
ve ben sana bir kez daha aşık oluyordum.
...
Ahmakıslatan altında parke taşların üzerinde hayatımın sonsuz yolunda yürüyor gibiydim seninle.
ve o anda rengindi; turuncu.


24 Ekim 2013 Perşembe

Katil&Maktül

ve her katil cinayet mahalline son bir kez daha gelir...
Ama bu kez ellerinde kan izi olmadan ve cinayet aleti ücra bir köşeye fırlatılmıştır. 
Maktülün bedeni belki toprakla çoktan buluşmuştur. Katil son bir kez daha arar günahının sebebini, bulamaz.
Oysa ki kanın kırmızısı ellerine bulaşırken ruhu ne vahşi ve bedeni ne de tahrik olmuştur.
ve katil cinayet mahalline son bir kez daha bakar.
Eksik kalanı arar gözleri, somut birşey yoktur. Belki de eksik kalan tek şey ruhunda maktüle kalan son izleri silmektir ki cinayet tam anlamıyla bu izlerin silinmesiyle son bulacaktır.



ve her katil cinayet mahalline son bir kez daha gelir...
Maktülün aslında kendisi olduğunu farkeder, kendi ruhundan kendine dair herşeyi siler.
Ve ölür.