31 Temmuz 2013 Çarşamba

O...

"+Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla !
  -Bedeninin fiyatı nedir peki ?
  +Seansım bıdı bıdı lira"

Bir şarkı vardı sözlerinin sadece şu kısmını hatırladığım:
"Long long time ago, i can still remember".

Uzun uzuuuuun zaman önce, İç Anadolunun bir şehrinde yaşandı tüm bunlar.

İşlettiğimiz ufak bir büfe vardı ve az ilerisinde de öğrenci yurdu. Üniversiteye yeni başladığım yıldı sanırım; emin değilim ama ya gidecektim yada ilk yılı bitirmiş ve yaz tatilinin son günlerini yaşıyordum.
Yakıcı bir öğleden sonraydı, bir anda kasırgalar kopmaya başladı büfenin önündeki kaldırımda. Ortalık toz duman ve güpegündüz şimşekler çaktı bir an. Ve hayat bir film şeridi gibiyse, filmin tam o anında kameranın görüş açısına girdi "O".

"Salına salına sinsice, girdin kanıma gizlice bebeğim..."

Esmer teni, simsiyah dalgalı saçları, kırmızı rujlu ve abartı olmayan dudakları, simsiyah kocaman gözleri ve hafif balıketli vücuduyla kitlendim kaldım ve bu durumu çözebilecek hiçbir çilingir tanımıyordum. Sadece bakıyordum az ötemden geçmekte olan afet-ü devrana. Sonra bir sesle irkildim:"Bir kısa Maltepe alabilir miyim hocam ?"

"Sigara sağlığa zararlıdır bayım, ben size üçlü sarma tavsiye ederim. Hem kafası da iyidir."

Gönülsüzce gelen müşterinin talebi karşılandı ama hatun kişisi de çoktan gözden kaybolmuştu.
Sonraki günler benzer halde geçmeye başladı, kız görünür hale gelince dünya görünmez oluyordu benim için, yer yarılıyor herşey birbirine giriyordu; gökten sanki kasalar dolusu elma düşüyor ve fakat heyhat hiçbiri bana isabet etmiyordu.
Ara ara gelip bilet, sigara vs. alıyor ve esnaf-müşteri sohbetinden fazlası olmuyordu aramızda; olamıyordu belki de. Her gördüğümde ani kekemelik ve geçici "serebral vajinismus" geçiriyordum.

"Bu böyle devam etmez dostum, kıza açılmalıyız"

Kendi kendime söylendiğim bir gündü yine. Esas kız yolun başında göründüğünde iki tokat patlattım kendime: "Hadi Rocky dedim, bu sefer olacak".
Neticeyi aldımda; kızın büfeye uğraması, bilet isterken gözümün içine bakması neticesinde dudaklarımdan hala anlamlandıramadığım şu cümleler döküldü "Eeee, şey. Senle ben, yani işte biz. Buluşsak ya bir yerlerde".
Tamam kabul ediyorum tarihin en mükemmel çıkma teklifi değildi, hatta iyi bile değildi, hatta teklif bile değildi. Peki neydi bu ya. Neyse fazla takılmayalım.
Kızın o masumane gülümsemesi ve yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin üstünden bakıp gülümsemesini hatırlıyorum.
"Peki dedi, bu akşam saat 6'da X marketin kafeteryasında bekle"

"Rimbambom çok şükür dostlar, benimde artık bir sevgilim var."

O gün bitmek bilmedi sanki, dakikalar geçmedi, saatler dolmadı...

Saat 18:00

Kalbimde enteresan bir çarpma vardı, ritim bozukluğumu dersiniz, heyecan mı dersiniz, şapşallık mı bilemem. Dakikalar geçiyor heyhat esmer afetimiz görünmüyordu. 
O bir saat nasıl geçti bilemedim. Yoktu, olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte.
"Ekildik oğlum" dedim kendi kendime. Yürüme mesafesindeki arkadaşlarımın evine yürürken üstüne üstlük bir de yağmur başladı. Önce ahmakıslatan başlayıp birden sağanağa çevirdi yağmur. "Ahmakıslatan altında bir ahmak" olmaktan öte sırılsıklamdan öte bir hale gelmiştim. 

"Hey adamım ! Külotundan su damlıyor."

Saat 19:05

İki çift göz ve ağızdolusu kahkahalarla karşılandım kapı açılınca.

+ Olum ne bu hal, yağmur mu başladı yoksa ?
-  Ekildik abi, sanırım.

Kısa bir durum kritiği yapılınca kızın saat 6 dememiş olabileceğine karar verildi. "Hasta mısın sen o 7 yada 8 demiştir sana" nidaları eşliğinde o yolu ve yağmuru tekrar çektim. Sırılsıklam bir şekilde kafeteryada geçen bir yarım saatin eşliğinde arkadaşların yanına umutsuz yolculuğum bu kez yağmursuz oldu.

"Ey ulu Poseidon, seninle hesabımız daha bitmedi"

Saat 21:00

Sıcak bir kupa çay, değişen üstbaş ve kahkahalar eşliğinde "Evet abi ekildik işte" diye hayıflanmalar.

Şimdi burada bitti desem sanki birşeyler eksik kalacak. Bitmedi tabii ki...
Tam bir dönem sonra ara tatil için yine ailemin yanındayım ve büfedeyim. Ufaktan bir rüzgar esiyor ya, bunu iç anadolunun kışına veriyorum. Ama hayır ya ! Olamaz. İşte tam karşımda, ve yanında sevgilisi. Kaldırımda yürürken bana doğru dönüp ufak bir gülücükle birlikte tek gözünü kırpıyor ve sevgilisine daha bir sarılıp yoluna devam ediyor.
Ve dilimden tek bir kelime dökülüyor o anda "Orospu"





25 Temmuz 2013 Perşembe

Arçibıl'la Sohbetler Serisi - Vol V- İyi ki Doğdun Kerata

Arçibıııııııııııııııııııl.
Arçibıl: Sabah sabah biraz müsaade etseydin de uyusaydık be abicim.
Kalk hadi kalk manyak seni.
Arçibıl: Yine ne oldu ki.
Olum hatırla bugün günlerden ne ?
Arçibıl: Ne ?
İyi ki doğdun len, iyi ki içsesimsin, iyi ki n dar zamanda dertleşebildiğim yanımsın.
Arçibıl: Abim, abiciiiim, ben unuttum valla, duygulandım be, iyi mi.
:) Hadi hemen duygusal moda geçmeyelim. Kerata seni, seviyorum seni narsist hergele.
Arçibıl: Bende seni abicim bende seni.
Al o zaman, kabul buyur.


Arçibıl: (Şizofren manyak !). Seviyorum be abicim seni.

19 Temmuz 2013 Cuma

Küçük Kedim...

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Bembeyaz bir yatakta koynuma girmeyi ne de çok seversin sen. Kokumu takiple başlayan serüvenin  kollarımın arasında himayeme gelinceye kadar ne de uzun ne de yorucudur. Ki bundandır başını omzuma koyar koymaz uyku mırıldanmaların.

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Okşanmayı ne de çok seversin sen. Hatların keşfedilsin istersin, belin, omzun ve elmacık kemiklerin. Yatağa yüzüstü uzanman seni keşfetmeme izindir belki de, ki bundan ötürü gözlerini gülerek kocaman açıp beklersin her yüzüstü uzanışında.

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Ne çok dişisin sen. Kadınlığını her okşadığımda ne de güzel titrersin. Gözlerin kapanır, yüzün güler. "Bakma dersin böyleyken bana, bakma komik göründüğümün farkındayım". Oysa yüzün ne güzel, yüzün ne kadın, yüzün ne dişi, yüzün ne kısraktır bir bilsen. Elime bulaşan suyunu tatmamı büyülenmiş gibi seyredersin de bilirsin, aslında suyunu senin parmaklarından tatmayı sevdiğimi. Tırnakların çıkar yuvalarından; sırtıma, etime geçirirsin. Kanımın süzülmesi ne de lezzetlidir bir bilsen; lezzetli, tıpkı suyun gibi...Göğsün inip kalkar, göğsün şişer, nefeslerin sık ve ağzında ayıp kelimeler. Elim teninde, elim kuytunda, gizlinde, elim hafif tüylü kadınlığında dolaşırken ne de masumsundur; aklımda tek soru:"Şeytan bunun neresinde ?" Hani hiçbir kedi ehlileşmez ya, hani hep biraz vahşidir hepsi; senin de en vahşi anındır etinin en ateş aldığı zaman. İnlersin, titrersin ve etim ve ellerim tırnak içinde. Küçük kedim şimdi biraz ıslak, küçük kedim şimdi kadın..

Küçük kedim, sırnaşık kedim...
Ne de ıslaksın sen.


Seninle sevişmek birazda masal tadında olsa gerek...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Beach Party

...
Hayatımda gittiğim ilk Beach Party idi.
Hayatımda gittiğim en kötü Beach Party idi.
Hayatımda gittiğim en kötü ilk Beach Party idi.
...
Info:

Bir iş sebebi ile 3 Fransızla birlikte yaklaşık 20 gün geçirdim. Günde 6 saat ufacık bir uçakta 3 Fransız ve ben. Evet kendimi Temel gibi hissetmiş olabilirim.
Sabahın beşinde kalkmaktan daha kötüsü günün kalan kısmında üçünün kendi aralarında konuşmaları ve birinin size dönüp ingilizce olarak biz bunları konuşuyoruz "bıdı bıdı bıdı" diyerek konuyu 30 saniyede özet geçmesiydi sanırım.
Nev-i şahsına münhasır üç kişi; birincisi Frank Ribery'nin(Galatasaraylı olanlar sövgü dolu sözlerle hatırlayacaklardır) yüzünde yaralı olmayan hali (ki ben ondan kısaca Ribery diye bahsedeceğim), diğeri grubun bol kaslı hayvanı(öyle böyle değil be, herifin neredeyse göz kapakları bile üçgendi) Mr.J. ve diğeri grubun şamar oğlanı Mr.K(hani şamarı mecazi anlamda kullanmıyorum, 20 gün içinde defalarca ensesine yemediği tokat türü kalmadı).

Olay Öncesi :

Sanırım 3 yada 4 . gün J ve K pür neşe içinde gelip yarım yamalak birşeyler anlatmaya kalkıştılar. Sözlerinden anladığım tek şey "Beach Party" idi. Velhasıl resepsiyona danışmalar, parti için davetiye mektubu almalar vs vs vs.
Büyük gün geldi çattı efendim. Ancak grupta öyle bir beklenti oluşmuş durumda ki. Kumsala gideceğiz ve bizim alana girmemizle birlikte köpükler boca edilirken kızlar kucağımıza atlayacaklar. Acaba hangisi diye etrafa bakınacağım ve kalçası cazip olan ilk kızı kendime doğru çekeceğim.
Diğerlerinin benden aşağı kalır yanı yok, özellikle J'nin ağzından köpükler saçılarak "Russian Girls" çığlıkları atıyor. Parti saati geliyor, alana bizi ve oteldeki diğer katılımcı güruhu götürecek araç geliyor. Araca biner binmez "Hassiktiiiiiir" lafının ağzımdan çıkmasına engel olamıyorum, araç silme erkekle dolu. Gece çetin geçeceğe benziyor, rakiplerime şöyle bir göz gezdiriyorum evet evet gece çetin geçecek. Tam o esnada ön koltukta oturan yeşil gözlü cıvıra gözüm ilişiyor, işte bu derken cıvır şoföre doğru sesleniyor "Rüğsstem abiii, giderken beni evin oraya bırakabilir misin".

"Gitme sana muhtacım
Gözümde nursun başımda tacım muhtacım"

Kız gidiyor zamanı gelince, neyse diyorum Rocky, acı yok.

Olay Mahalli :

Bizi gayet şuh giyimli kızlar karşılıyor ellerinde likörlerle, birkaç likörün ardından kendimize bir masa bulup etrafına konuşlanıyoruz. Hadi ama neredeymiş bu partinin kızları diye bekleye duralım olay mahalline aile akını var. Ribery'e dönüp hani bu Beach Party idi, baksana bildiğin Family Party oldu diyorum. Bol "Fuck"lı bir cümle kuruyor, gülüşüyoruz. Organizatörler sağolsun, gelecek güruhun profilini bildiklerinden araya birkaç güzel giyimli ve kostümlü cıvır gönderiyorlar. Cıvırları kolundan tutanlar fotoğraf çekilme yarışına giriyorlar, sonra bakıyoruz ki bu partiden iş çıkmaz hepimiz bir anda cıvırlara saldırıyoruz, kızların kostüm parçaları havalarda uçuşuyor yere yatırılan her cıvırın başında çıplak onlarca adam sıranın kendisine gelmesini bekliyor.
O anda kurduğum hayalden gerçeğe hızlı bir dönüş yapıyorum, millet fotoğraf çekilme yarışında hala.
Neden sonra "O" alanda gezmeye başlıyor. Biz Ona kısaca "Afrodit" diyoruz. yanında geçenin dudaklarda gülümseme ve suratında ablak bir ifade kalıyor. Siyah elbisesi, sapsarı saçları, uzun ve ince fiziğiyle sanki bir peri dolaşıyor aramızda ve elindeki sopasından yayılan peri tozuyla hepimiz birer idiyot haline dönüşüyoruz.
Bir anda DJ'in sesi yankılanıyor. 
-Hellooooooo.
-Welcome to our Beach Partyyyyyyy.
-Come onnnn.
-Would you hands up !

Arka masadan yükselen "Sokayım sizin partinize" narasını atan abimize bakıyorum, lafı ağzımdan aldın bakışı ile gülüyoruz.
Sahnede farklı show vs varken bir anda barlarda içki servisleri başlıyor.
"Hayatımda denemediğim birşey hazırla" diyorum barmene. Birkaç şişeyi açıp shaker'e döküp karıştırıyor ve kadehe döküyor. Mavi renkli enteresan bir şey "Bunun adı ne" diyorum, "Valla bilmiyorum abi, öyle karıştırdım ama yavaş iç" diyor. 
J ve K'yi gözüm arıyor nedensizce, sahneye yakın bir yerde salsa yapan kızların kıçlarını seyrediyorlar. Ribery 50'li yaşlarda bir adamla Fransızca birşeyler konuşuyor.

"Hadi ama Afrodit nerelerdesin"

Gözlerim Afroditi arıyor ama yok, içkiden hızlı ve büyük yudumlar alıyorum; gerçekten sert. İçiyor ve bir yandan da adımlıyorum. Kadeh bittiğinde burnumdan çıkan keskin alkol kokusunu hissedebiliyorum. Tekrar bara gidiyorum, aynısından bir tane daha istiyorum. Barmen bakıp pis pis gülümsüyor.

"Hey dostum, sorunun nedir senin ha ! Kafanın o koca kıçından büyük olması mı ?" repliği geçiyor aklımdan.
Aldığım kadehi ufak ufak yudumlarken sahneye yaklaşıyorum. Brezilyalı bir dans grubu sahnede. Kadınların kıçını seyreden abaza güruha katılıyorum.
J yanıbaşımda bitiyor; "Heeey" diye kükrüyor. "Kes sesini ve eğlenmene bak piç" diyorum Türkçe olarak, gülümsüyor.

"Biz buralarda zencilerden ve kaslı Fransızlardan hoşlanmayız dostum"

İkinci kadeh bittiğinde K. diğer yanımda beliriyor elinde biralarla. Kadeh sesleri müziğe karışıyor. o esnada Ribery görünüyor uzaktan, hızlı adımlarla yaklaşıyor. Biz birşey sormadan konuşmaya başlıyor(Haliyle önce Fransızca anlatıyor ve bana dönüp aynılarını bir kezde İngilizce olarak tekrarlıyor): "Orospu çocuğu bana yarım saattir ekonominin nasıl düzeleceğini anlatıyor."
İşte o anda kafam dank ediyor, "Ne içirdiniz laaaan bana" diye bağırıyorum ama müziğin gürültüsünden sadece kendim duyuyorum, sanırım.
Kaç bira daha içiyoruz hatırlamıyorum, bir anda ortalık ışıl ışıl oluyor. Hayır havai fişekler atılalı uzun süre önceydi. Bu, bu Afrodit.
Birkaç metre önümde müziğe ayak uydurmuş dans ediyor. Yanına sokuluyorum gözlerimiz kenetleniyor. O anda dünya duruyor, müzik, insanlar, zaman herşey ama herşey. Sadece Afrodit ve ben. Dudaklarımız yaklaşıyor burnundan yayılan sıcak nefesi dalga dalga yüzümde hissederken alt dudağını sertçe yakalıyorum.
Diğer birkaç animatör kızda Afroditin yanına geliyolar ve dans etmeye başlıyorlar. Bacaklarına bakıyorum Afroditin; "Aman Allahım onlar nasıl kaslı bacaklar, nasıl kalın bilekler, sanırsın ki Roberto Carlos"
Şaşı yaptığım gözlerimi tekrar eski haline getiriyorum, Ribery yanıma yaklaşıyor "Şahane bir kıçı var" diyor. "Bu gece gördüklerimden en iyisi" deyip onaylıyorum.

Sonrası:

Ribery&J&K: 20 gün nasıl bitti birde bana sorun, daha anlatacaklarım var.
Barmen: Son gördüğümde havaya attığı şişe kadehlerin üzerine düştü.
Arka Masadaki Türk: Biz döndüğümüzde yoktular(ailecek). Sanırım çocukların uykusu geldi ve erkenden çıktılar.
Ekonomi Konuşan Fransız: Bir daha görmedik, görmekte istemedik, görsekte görmemezden gelecektik.
Servis Aracındaki Kız: Otelde birkaç kez daha gördüm hepsi bu.
Animatör Cıvırlar: Bir daha görmedim, görsemde yüzlerinde maske olduğundan tanıyamazdım.
Afrodit: Sen zaten Tanrıçaydın, asla gerçekte var olmadın ki.